24 Haziran 2010 Perşembe

Atatürk’ün Mal Varlığı

ataturk6Şevket Süreyya “Tek Adam” isimli kitap serisinde 1919 yılında Mustafa Kemal ve Ömer Naci’nin bir anısını anlatır. Mustafa Kemal ve Ömer Naci ceplerinde “on para” ile, yani oldukça düşük bir meblağ ile dolaşırlar. Aşağı yukarı bütün meyhanelere borçları olduğu için artık kimseden veresiye de isteyememektedirler. Peki ne yaparlar? Atatürk şöyle anlatır; “Anladık ki başka çare yok; on paralık kestane alıp yemeye başladık.”

Sivas ve Erzurum Kongresi dönemlerinde Atatürk’ün ödünç bir kıyafetle bu kongrelere katıldığını büyük bir övünçle anlatırlar.

Ama..

Atatürk aynı zamanda döneminin en büyük zenginlerinden biridir! Peki, bu nasıl olabilmiştir? Acaba Allah “yürü ya kulum!” mu demiştir dersiniz? İlginçtir, çok baktım ama Atatürk’ün bu ani mal artışıyla ilgili hiçbir şey bulamadım.

Atatürk’e ait arazilerin toplum büyüklüğü 154 bin 729 dönümdü. Kendisine ait çok büyük çiftlikler ve tesisler vardı. Yaşadığı dönemin en büyük gayrimenkul zenginiydi.

Üstelik Atatürk’ün fabrikaları da vardı! Yani bir fabrikatördü. Bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesine sahipti. Aynı zamanda kendi ait süt, bira, şarap ve deri fabrikaları da vardı.

Peki maaşı ne kadardı? 40 lira! Yani o dönemin kuruyla düşünürsek 28 dolar. Sonralarda ise bu meblağ 150 liraya kadar çıkartılıyor. Atatürk vefat ettiğinde İş Bankası’nda açtırdığı hesabında 19 bin 566 lira birikiyor.

Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı nakit miras tam 1 milyon 664 bin liraydı. Atatürk; kendi akrabalarından servetine mirasçı çıkmaması için öldüğü yılın mayıs ayında vasiyet işlemini bitirmişti. Vasiyetinde Makbule, Afet, Sabiha Gökçen, Ülkü hanımlara 200 lira maaş bıraktığını açıkladı. ( Atatürk’ün manevi kızı olan ve hala hayatta olan Ülkü Hanım bugün 5 bin lira almaktadır.)

İşte döneminin en zengin adamlarından biri olarak gösterilen Atatürk’ün mal varlığı;

1)582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri

2)Çeşitlerde 650 bin fidan.

3) 400 dönüm amerikan Asma Fidanlığı.Burada 560 bin kök bağ çubuğu

4) 220 dönüm bağ.Burada 88 bin adet bağ çubuğu vardır.

5) 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elverişli bahçe.

6) 220 dönüm 6 bin 600 ağaçlı zeytinlik

7) 27 dönüm 1.654(bin altıyüz elli dört) ağaçlı portakallık.

8)15 dönüm kuşkonmazlık

9) 100 dönüm Park ve Bahçe

10) 2 bin 650 dönüm Çayır ve yoncalık

11) 1.450(bin dörtyüz elli) dönüm yeni tesis edilmiş Orman.

12) 148 bin dönüm ziraata elverişli arazi ve Meralar.

13) 45 adet büyük ve küçük idare binası ve ikametgah,bütün mefruşat ve demirbaşları ile beraber.

14) 7 adet 15 bin baş koyunluk ağıl

15) 6 adet Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandıralar.

16) 8 adet At ve Sığırlara mahsus ahır.

17) 7 adet umumi Ambar

18) 4 adet Hangar ve Sundurma

19) 4 adet Lokanta,Gazino, ve eğlence yerleri,Lunapark.

20) 2 adet çeşitli imalat yapan fırın.

21) 2 adet, çiçek ve süsleme nebatı yetiştirmeğe mahsus yer.

( Toplam Bina 51 adet)

22) BİRA FABRİKASI :

( Yılda 7 bin hektolitre üretme kapasitesine sahip.)

23) MALT FABRİKASI :

24) BUZ FABRİKASI; ( Günde dört bin ton buz üretme kapasitesine sahip)

25) SODA ve GAZOZ FABRİKASI :

Günde 3 bin şişe soda ve gazoz üretebilecek kapasitede.

26) DERİ FABRİKASI :

27) ZİRAAT ALETLERİ ve DEMİR FABRİKASI :

28) SÜT FABRİKALARI ;

Biri Ankara diğeri ise Yalova’da olan bu iki fabrika günde 30 bin litre süt ve bir ton tereyağ üretme kapasitesindeydi.

29) İKİ YOĞURT İMALATHANESİ;

30) ŞARAP İMALATHANESİ:

Yılda 80 bin litre şarap üretme kapasitesine sahip.

31) DEĞİRMEN

32) İstanbul’daki bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesi.

34) Biri Ankara’da,diğeri Yalova’da kurulu iki tavuk çiftliği

35) Yalova’da ki Çiftliklerde İKİ HUSUSİ İSKELE ve LİMAN TESİSATI

36) ÜÇÜ ANKARA’da ve İKİSİ İstanbul’da ‚‘BEŞ SATIŞ MAĞAZASI‘ nın bütün tesisat ve demirbaşları.

37) ORMAN ÇİFTLİĞİNDE;

Hususi sulama tesisatı,kanalizasyon,Telefon tesisatı,elektrik tesisatı, KÜÇÜK BETON KÖPRÜLER,Hususi yollar,içme su tevziatı şebekesi.

38) YALOVA ÇİFTLİĞİNDE ;

Hususi Su tesisatı,telefon tesisatı,elektrik tesisatı,küçük beton KÖPRÜLER ve yollar.

39) SİLİFKE TEKİR ÇİFLİĞİNDE ; hususi sulama tesisatı,beton köprüler.

40)Orman Çiftliğinde kurulu ÇİFTLİK MÜZESİ ve ufak mikyasta HAYVANAT BAHÇESİ tesisatı.Bunların işletme levazımı ve bütün demirbaşları.

41) 13 BİN BAŞ KOYUN.Kıvırcık, Merinos,Karagül,Karaman ırklarıyla bunların melezleri.

42) 443 BAŞ SIĞIR,Simental,Hollanda,Kırım,Jersey,Görensey,Hale p yerli ırklarıyla bunların melezleri,yeni üretilen Orman ve Tekir cinsleri.

43) 69 BAŞ İngiliz,Arap,Macar, yerli ve bunların melezleri KOŞUM ve BİNEK ATLARI

44) 2 bin 450 BAŞ Tavuk,Legorn,Rodayland ve yerli ırklar.

UMUMİ ‘CANSIZ‘ DEMİRBAŞLAR

45) 16 adet TRAKTÖR, 13 adet HARMAN ve BİÇER DÖVER MAKİNESİ ve bilcümle ziraat işlerini görmekte bulunan Ziraat işlerini görmekte bulunan ziraat alet ve edavatının Tamamı.

46) 35 Tonluk bir adet DENİZ MOTORU.Yalova çiftliğinde.

47) 5 adet,Çiftliklerin nakliye işlerinde çalıştırılan KAMYON ve KAMYONET.

48) 2 adet Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan BİNEK OTOMOBİLİ.

49) 19 adet,Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan,binek ve YÜK ARABASI.

( Kaynakça; İsmail Cem / Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi )

Nepal Komünist Partisi’nin lider ve üyelerine “araba almayı” bile yasakladığını düşünürsek ısrarla birileri tarafından “sosyalist” olduğu söylenen Atatürk’ün bu mal varlığı çelişki değil midir? Bu mal varlığının kaynağı konusunda ise bir şey söylemek yanlış olur, belki gerçekten de “alın teriyle” kazanılmıştır; ya da değil. Elde belge yokken konuşmak doğru değil.

Bu mal varlığının ve mal varlığının nakte çevrilmişinin bugün yasal varisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Üstelik CHP’ye Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hissesi de devredilmiştir.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Orbit Downloader 4.0.0.1 Beta/ Orbit Downloader 3.0.0.5 Stable

altOrbit Downloader is a great speed, super light,easy-to-use free download manager. It is based on p2p and multi-source downloading technology and supports HTTP, HTTPS, FTP, MMS and RTSP protocols. Using Orbit Downloader, you can almost download everything online with 500% faster speed, like youtube video, rapidshare files, flash and streaming media etc. Anyway, Orbit Downloader is an indispendsable tool for download acceleration and management.

Orbit Downloader,
leader of download manager revolution, is devoted to new generation web (web2.0) downloading, such as video/music/streaming media from Myspace, YouTube, Imeem, Pandora, Rapidshare, support RTMP. And to make general downloading easier and faster.

Main features:
1. Download social music, video and streaming media

Orbit Downloader is devoted to new generation web application downloading and provides a total solution to download music and video. So you can download streaming media, social music, social video, movie, flash and file from anywhere include Pandora, YouTube, Yahoo, Myspace and Rapidshare more simple and easy.
2. Extreme download acceleration
In general, Orbit Downloader is based on P2P technology. It has a smart download logic accelerator that features intelligent dynamic file segmentation. And Orbit Downloader has advanced robust multithread download algorithm implemented with high quality. It can speed up to 500% faster with great acceleration.
3. Super Light: micro-sized and resource-friendly
Orbit Downloader is written with efficiency in mind, it typically uses less than 3MB of memory and 3% of cpu when downloading. Additionally, the installation package is less than 2MB.
4. Support Rapidshare download.
Orbit downloader Support HTTPS and HTTP POST method. Orbit downloader can make your downloads from file-sharing service websites include RapidShare much faster, safer and more stable.
5. Support IE, Firefox, Maxthon, Opera.
Orbit Downloader supports IE, FireFox, Maxthon and Opera.
6. Support Metalink download.
Orbit Downloader supports Metalink download and gives you extremely fast download speeds.
7. Support HTTP, HTTPS, FTP, MMS, RTSP and RTMP protocols.
You can easily download files with a browser click from any remote server via HTTP/ HTTPS/ FTP/ RTSP/ MMS. And the RTMP protocol will be supported soon.
8. Support Proxy server configuration.
You can set Orbit Downloader to use a proxy server. Orbit Downloader can work well with HTTP, HTTP and SOCKS5 protocols.
9. Support download pause and resume
Orbit Downloader can resume broken downloads. So you needn't start the downloading process from the very beginning after casual interruption. You can resume unfinished download from the moment when it was interrupted.
10. General download management.
Orbit Downloader's easy-to-use management features and simple-yet-powerful configuration options can make both your downloading process and downloaded files management as easy as never before.

New Features:
• The top downloader manager of Windows 7
• Grab Pro - Download RTMP protocol video
• Download e-mail and forum attachments with great speed!
• More Efficient mirrors selection algorithm and faster download sources!
• Maximum possible download speed, up to the fastest download manager!
• Download social music and video include Youtube, Pandora, Myspace easily
• Support all streaming media protocol include RTMP/ MMS/ RTSP
• Support all popular browsers include Firefox 3

Changes in Orbit Downloader 3.0.0.5 ( May 10, 2010):
* Fix: Grab++ Crash When Capture URL.
* Fix: Can't capture Fragmented MP4 File from SilverLight.

Homepage - http://www.orbitdownloader.com

Size: 4.01 MB

Download Orbit Downloader 4.0 Beta

Download Orbit Downloader 3.0.0.5 Stable

Orbit downloader translations

18 Haziran 2010 Cuma

10 Haziran 2010 Perşembe

İsrail suflör, Kemal Bey dublör olduktan sonra!

Bundan 2 yıl önceydi... Prof. Dr. Yalçın Küçük, ekran ekran dolaşıyordu... İnsanlar, onun "söz"lerine değil, "hareket"lerine bakıyordu... Öyle ya; sık sık "el çırpıyor" ve "masaya yumruk vuruyor"du...

Programa katılanlardan biri, bu "el çırpma"lardan rahatsız olduğunu ifade edince ne demişti hatırlıyor musunuz?.. "Ben el çırpmak istemiyorum ama!.." deyip eklemişti: "Ne yapayım, televizyoncular öyle istiyor!.. Ben böyle yapınca daha çok reyting alıyorlarmış!.."
Bu sözleri söylediği tarih, 10 Temmuz 2008... Bunu duyunca, şöyle bir yazı yazmıştım: Şimdi kararsızım; onu "medya maymunu" olarak mı izlemeliyim, yoksa "şovmen" olarak mı?..
Bilirsiniz; gerek "sanat(!) dünyası"nda, gerek "medya dünyası"nda bu tür "şaklabanlık"lar yapıp, "reyting"e oynayanların haddi-hesabı yoktur... "Medya" ne derse, onu yaparlar!.. "Kırıt" derler, kırıtırlar!.. "Sırıt" derler, sırıtırlar!.. "Soyun" derler, soyunurlar!.. "Kaçamak yap" derler, yaparlar!.. Maksat "reyting"ler artsın, maksat "şarkı-türkü"ler "tiraj" yapsın!..
İşler bitince; eski tas, eski hamam!.. Kalkıp, bir de "paparazzi"leri suçlamaları yok mu, işte ona çok gülüyorum... Ulan; "çağıran" sen, "poz veren" sen, sonra da "gizlice(!) çekilmek"ten yakınan sen!.. Aslında, tam bir "al gülüm-ver gülüm" ilişkisi ama, millet nereden bilsin!?!..


TRAKYA"DA "ŞEMSİYE"LERE HİTAP ETTİ!


Her neyse... Bunca işin-gücün arasında, kalkıp da bu "soytarılık"lardan söz edecek değilim... Bu konuya girdim ki; "medya maymunluğu"nun ne boyutlarda olduğunu bilesiniz...
Bu açıdan bakınca; hiç kusura bakmasın ama, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu"nun da bir "medya maymunu" haline getirilmek istendiğini görüyorum.
Meselâ, CHP Kurultayı"nda birileri "kasket" fırlattı, aldı başına geçirdi!.. Güya "Ecevit" oldu!..
Birileri "Gandi" dedi, hemen kabullendi!..
Geçenlerde baktım, Trakya gezisinde "traktör"e bindirmişler kendisini!.. "Bin" demişler, binmiş!.. "sür" demişler, sürmüş!..
En çok güldüğüm de, "yağmur altında ıslanması" oldu... Meydandaki herkeste "şemsiye" var ama Kemal Bey, yağmur altında sırılsıklam!.. Hani, "sudan çıkmış sıçana benzemek" denir ya, Kemal Bey de öylesine ıslanıyor!.. Saçlar darmadağın, kulaklarından şıpır şıpır su akıyor!..
İnsanlara değil, "şemsiye"lere hitap ediyor!..
Manzarayı görünce, üzüldüm!..
"Adamı kullanıyorlar" dedim kendi kendime, tam bir "medya maymunu"na çevirdiler!..
Zorla "Ecevit" yapacaklar!..
Zorla "Halkçı" gösterecekler!..
Yapmayın Allah aşkına;
Bu kadar "rol" yaptırmayın adama!..
Hani, "artistler, rejisörün yatak odasından geçmek zorundadır" şeklinde bir kural olduğundan söz edilir ya, Kemal Bey "artist" veya "aktör" değil ki!.. Tamam, "Baykal"ın yatak odası"nda olanlardan sonra "CHP"ye genel başkan" seçildi ama, bu kadar da yüklenmeyin adama!.. "Kılıktan kılığa sokmak"tan vazgeçin!..
Çünkü, ileri bir tarihte, iyice "kendisi" olmaktan çıkıp, "oynadığı rol"ün gerçek olduğunu sanmaya başlayabilir...


O GEMİDE NİYE CHP"Lİ YOKTU?


Dedim ya; adama "Gandi" diyorlar, atıyor cebine!.. "Kasket" atıyorlar, geçiriyor başına!.. "Islan" diyorlar, sırılsıklam oluyor!.. Eline "yazılı bir metin" tutuşturup, "konuş" diyorlar, başlıyor desteksiz sallamaya!..
Öyle konuşmalar ki;
Ne başı belli, ne sonu!..
Dün CHP Grubu"nda sormuş yine!..
"Mavi Marmara Gemisi"nde niye AK Parti milletvekilleri yoktu?.. Gazze"ye gitmekten niye son anda vazgeçirildiler?"
Böyle bir olay olup-olmadığını bilmiyorum. Ama "doğru" bile olsa, "soru"yu soran adama sorarlar:
"Yardım işi AK Parti"nin tekelinde olmadığına göre, o gemide niye bir CHP milletvekili yoktu?.. CHP"liler gitmeye karar verdi de, AK Parti mi engelledi?..
Niye AK Partililerin gitmediğini söylüyorsun da, CHP"nin umursamazlığını söylemiyorsun?.. Madem bu işte siyasi rant var, siz niye gitmediniz?"
Hani "Ergenekon soruşturmaları" başlayıp da, "gözaltı"lar ve "tutuklama"lar olunca, CHP ve "yoldaş-candaş" medya "sulandırma" kampanyası başlatmıştı ya; görüyorum ki, şimdi de "terörist İsrail"in kanlı saldırısı"nı "sulandırma"nın derdindeler!..
Kafalara "fit" sokuyorlar, insanların hissiyatını "yanlış" taraflara yönlendiriyorlar ki; İsrail"e duyulan "öfke" hafiflesin!..


BM, İSRAİL"İ KINAMADI MI?


Buyrun, o "sulandırma"lardan birisi:
Bay Kılıçdaroğlu, ''BM Güvenlik Konseyi'nin, İsrail Hükümeti'ni kınayan bir karar almadığını, ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ısrarla BM Güvenlik Konseyi'nin İsrail Hükümetini kınayan kararı aldığını söylediğini'' iddia ederek, demiş ki;
''Böyle bir karar yok!.. Bir başbakana doğruları söylemek yakışır, yanlışları değil.
Bir başka çarpıklığı daha dikkatinize sunmak istiyorum: Yapılan Başkanlık açıklamasında da doğrudan İsrail Hükümeti'ni kınayan bir söylem söz konusu değil... İfade, 'Konsey en az 10 sivilin yaşamını kaybetmesini ve çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan eylemleri kınar, olaylardan hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diler' şeklinde..
Burada Türkiye Cumhuriyeti'ne, Hükümetine, Dışişleri Bakanlığına, bürokratlarına yakışmayan yanlış bir tercüme söz konusudur. Yanlış şurada; İngilizce metinde, 'çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan eylemleri kınıyor' denmiştir. Dışişleri Bakanlığı tercüme ederken, eylemleri sözcüğünü kaldırıp yerine eylemi koyuyor!.. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti acizliğini yanlış bir tercüme yaparak mı korumak istiyor?"
Söyleyin Allah aşkına;
Bunun, "yanlış tercüme" neresinde?..
"Acizlik" neresinde?..
O "kanlı eylem"i yapan kim?.. "10 sivilin yaşamını kaybetmesine ve çok sayıda kişinin yaralanmasına" yol açan kanlı saldırıyı "İsrail" değil de Patagonya mı yaptı?..
"İsrail"in adı geçmedi" diye, İsrail kınanmamış mı oluyor şimdi?.. O halde kimi kınadı BM Güvenlik Konseyi?.. Yoksa "Gazze Yolcuları"nı kınadılar da, bizim mi haberimiz yok?!?..
Bu kadar da sulandırmayın Kemal Bey, bu kadar da çarpıtmayın!.. Tamam "Tel Aviv avukatlığı" yapacaksanız, yine de yapın ama ne olur, hiç olmazsa o gemide ölenlere saygılı olun!..


DİLİNİN ALTINDAKİ BAKLAYI ÇIKAR!


Neymiş; BM Güvenlik Konseyi "eylem" dememiş de, "eylemler" demiş!..
Adamın kafaya taktığı meseleye bakın!.. İsrail"in, hem de "uluslararası sular"da kanlı bir saldırı gerçekleştirmesiyle ilgilenmiyor da, kafasını "tekil-çoğul" ifadesine takıyor!..
Sen "İsrail yandaşı" mısın be adam?..
Hele söyle;
Meksika"nın BM Daimi Temsilcisi Claude Heller tarafından okunan açıklamada, İsrail, kanlı saldırı sırasında meydana gelen "sivil ölümler"den dolayı kınandı mı, kınanmadı mı?.. "Tarafsız bir soruşturma" yapılmasını istedi mi, istemedi mi?..
Açıklamada, "İsrail"in el koyduğu gemiler" ile "sivil"lerin derhal serbest bırakılması istendi mi, istenmedi mi?..
O halde, daha neyin dâvâsını güdüyorsun?.. Yoksa sen; "terörist İsrail" ile "sivil yolcular"ın "meşru müdafaa" maksatlı direnişlerini aynı kefede mi görmek/göstermek istiyorsun?..
Çıkar dilinin altındaki baklayı!..
Açıkça ve erkekçe de ki;
"İsrail"in operasyonu kadar, İsrail askerine direnen siviller de suçludur. Onlar da kınanmalıdır!.. Hatta kınanmışlardır!"
Bunu söyle ki;
"Kimden yana" olduğun belli olsun!..
Yok "tercüme hatası"ymış, yok "Hükümet"in acziyeti"ymiş, bırak bu ayakları!..
Bırak "başkaları"nın ne söylediğini de, "sen" ne diyorsun, onu söyle!..
Ne yani; BM Güvenlik Konseyi"nden "İsrail"e kınama" kararı çıkmasaydı, "zil"leri takıp şıkıdım şıkıdım oynayacak ve o günü "bayram" mı ilan edecektin?..
Sen böyle mi "halkçı" olacaksın?..
Böyle mi "milletçi" olacaksın?..
Şu hale bakın;
Millet İsrail"e "öfke" kusuyor ama, Kemal Beyimiz, neredeyse "Ohh, İsrail kınanmadı" diye zevkten dört köşe!
Yazıklar olsun bu "zihniyet"e!..
Eğer suçlaman gereken biri varsa, o İsrail veya BM olmalı değil mi?.. Ama adam kalkmış, Hükümet"e yükleniyor!..
"Muhalefetin böylesi"ne pes!..
Hayır, Kemal Bey"e kızmıyorum... O metinleri yazıp eline tutuşturanlara kızıyorum...
Ne yapsın adam; "oku" diyorlar, okuyor!..


SUFLE İSRAİL MEDYASINDAN MI?


Dedim ya;
Ben Kemal Bey"e değil, onu "medya maymunu"na çevirmek isteyenlere kızıyorum... Çünkü, onun "konuşma metni"ni hazırlayıp da "oku" diyenlerin, pek de "tekin insanlar" olmadığını, "bir yerlerle bağlantılı" olabileceklerini düşünüyorum.
Çünkü onlar "akıllı" değil!..
Akıllı bir insan, bu metinleri yazanlara "aklının zekatı"nı verse, bunlar, kendilerini "süper zekalı" zanneder!.. "Zeka fukarası" bunlar, zeka!..
Bu yüzdendir ki, "ithal fikirler" empoze ediyorlar Kemal Bey"e!.. Bunları söylerse, "iktidara gelebileceklerini" sufle ediyorlar!..
Meselâ, "Amerikalı Yahudilerin en fanatikleri"nden biri olan ve bir dönem Türkiye-İsrail Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığı da yapmış bulunan Barry Rubin, son makalesinde demiş ki;
"AK Parti başta olduğu sürece Türkiye-İsrail ilişkileri düzelmez!.. Çünkü AK Parti; iktidara geldiğinden bu yana İsrail"le bir tek askerî anlaşma bile imzalamadı!.. Krizin asıl sebebi budur!..
Türkiye-İsrail ilişkilerinin eski günlerine dönmesinde en büyük umut, AK Parti"nin yerine yeni bir partinin iktidara gelmesidir!.. Kemal Kılıçdaroğlu gibi popüler bir ismin CHP"nin başına geçmesi, AK Parti"nin düşeceğine dair umutları artırmıştır!"
Bu sözleri yoruma gerek var mı?..
Adam, açıkça yazmış işte;
"Umudumuz Kemal Kılıçdaroğlu!"
"CHP"li katipler" de, almışlar "İsrail"in umudu"nu, taşımışlar "CHP Grubu"na!..
"Silkele Kemal düşecekler!"
Kemal Bey de; "İsrail"in umudu"nu boşa çıkarmamak için, habire silkeliyor!..
Tam da, "İsrail"in istediği" şekilde!..
İsrail "suflör", Kemal Bey "dublör" olmayı kabul ettikten sonra, bize elbette laf düşmez!.. Ama açık söyleyeyim; maazallah böyle bir durum olursa, iktidarda "CHP" değil, "İsrail" olur!..
Demedi demeyin!..
====================
Kemal bey hemen sevinmesin!
Kemal Kılıçdaroğlu, bugün yine "mikrofon"u eline alıp, "kamera"ların karşısına geçerek; "Ohh!.. Ohh!.. Şıkıdım, şıkıdım!.. İstanbul"daki Zirve"den de İsrail"e kınama çıkmadı" diyerek sevinç çığlıkları atarsa, hiç şaşmayın!..
Evet, "dünya nüfusunun yarısı"nı oluşturan "22 ülke"nin üye olduğu Asya Güvenlik Konferansı"ndan "İsrail"e kınama" çıkmadı!.. Daha doğrusu "çıkamadı!"
Kemal Bey yalan-yanlış şeyler söyleyip aklınızı çelmesin diye, bir "teknik bilgi" vermek istiyorum... Nasıl ki "BM Güvenlik Konseyi"nden, bir ülkenin bile "veto" etmesiyle "karar" çıkamıyor, İstanbul"daki zirveden de, İsrail"e "kınama kararı" çıkmadı!.. Çünkü "22 ülke" arasında "İsrail" de vardı ve İsrail temsilcisi "ortak metni" imzalamadığı için "zirve bildirisi" yayınlanamadı!..
Ama bu demek değil ki, İsrail kınanmadı!.. "Tam 21 ülke"nin ortak kararını, dönem başkanı olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül açıkladı. Sizin anlayacağınız, "en sert ifadelerle" kınandı İsrail...
Bunu özellikle belirtme ihtiyacı hissettim ki, "CHP sulandırmaları"na aldanıp da, yanlış şeyler düşünmeyin!..
Malûm;
Kemal Bey, "İsrail"e kınama olmayınca" çok seviniyor!..

Hasan Karakaya
Vakit

9 Haziran 2010 Çarşamba

"Atatürk" adlı biyografinde Atatürk'le ilgili bilinmeyenleri

Alman tarihçi Klaus Kreiser'in yazdığı "Atatürk" adlı biyografi, Atatürk'le ilgili bilinmeyenleri ortaya koyuyor..

Kreiser, bu farklı çalışmasında Atatürk'ü zamansal ve mekânsal bir bağlam içine oturtarak daha önceki Atatürk biyografilerinin önüne geçiyor.

Meraklıları için, okunacaklar listesinde ilk sıraya konulması gereken kitapta, Atatürk'le ilgili az bilinen veya hiç bilinmeyen detaylara da yer veriliyor.

İşte "Atatürk" kitabından o detayların bir bölümü:

KEMAL NEDEN KAMAL OLDU?
Cumhurbaşkanı, kendisine Atatürk soyadının verilmesinin ardından giderek artan bir yoğunlukla dilbilimsel buluşlarla uğraştı. Örneğin okul günlerinde edindiği addan pek memnun olmadığından Kemal'in Kamal'a çevrilmesini emretti. Eski Türk dillerinde 'kamal' sözcüğü 'kale' veya 'kuşatma' ve 'kaya' anlamında karşımıza çıkıyor. Kamal'ın büyük ünlü uyumuna uygun oluşunun yanı sıra bu manalar da Atatürk'ü yeni ad olarak onu seçmeye teşvik etmiş olabilir. Böylece Osmanlı olan her şeyden uzaklaşmanın bir işareti daha verilmiştir ki, buna Namık Kemal gibi ilerici bir vatansever de dahildir. Partinin ideologları da, hemen hareketi Kamalizm şeklinde adlandırmaya girişmişlerdir.

ASKERİ RÜŞDİYE'DE HANGİ DERSTEN TAM PUAN ALAMADI?


Askeri arşiv, Mustafa Kemal'in Askeri Rüşdiye'nin dördüncü ve son sınıfında elde ettiği puanlara göre aldığı notları bir liste halinde muhafaza etmiştir: Son sınıfta bütün derslerde en yüksek notu (45 ya da 20 puan) almıştı; tek bir istisnayla: "İslam Tarihi" dersinde 45'e ulaşmasına iki puan kalmıştır. Bu talebenin 1922 yılında "Saltanat ve Hilafet" konularında Meclis'teki milletvekillerine bir saatlik bir tarih dersi vereceğini o günlerde kim bilebilirdi?

İKİ KURUŞA BİR MAŞRAPA İÇKİ
Mustafa Kemal Manastır'daki yıllarının karanlık bir yanını sonradan Hasan Reşit'e (Tankut, 1891 – 1980) şu sözlerle anlatmıştır:

"Küçük yaşta öksüz kaldım. Güçbela okudum. Daha çocukken içkiye dadandık. Fakat o zamanlarda da ben çok içmedim. Devamlı içtim... Yatılı askeri okula verdiler. Annem bana günde iki kuruş gönderirdi. Okulun kapıcısı borazan çavuşluğundan emekli bir hoca idi. Bu iki kuruşu ona verirdim. Kırk parasını o alır, kırk parasıyla teneke bir maşrapa içinde içki getirirdi."

İddiaya göre öğretmenleri durumdan haberdardı. Ona ceza vermeyi düşünmediler ama mezun ederken, içki içtiğini ve bunu kimden tedarik ettiğini bildiklerini, Harp Okulu'nda buna fırsat bulamayacağını ve bu alışkanlığından vazgeçmesinin iyi olacağını söylediler.

FRANSIZCA'SINI NASIL DÜZELTTİ?
Mustafa Kemal daha Selanik'teyken çok parlak olmasa bile çalışkan bir Fransızca öğrencisiydi fakat telaffuzla hep problemi vardı. İstanbul'un cemiyet hayatına geç adım atışı yüzünden belli yerlerde "o" harfinin yerine "u" koyan Rumeli ağzından tam olarak kurtulamamıştı. Arapça imlâda o/u/ö/ü harfleri arasında ayrım yapılmazdı; bu nedenle Türkçe'nin Latin harfleriyle yazımına geçildikten sonra bir notta "okudum" yerine "Ukudum" yazdığını da görürüz.

Selanik'teki tatil günlerini Lazaristler'in College des Freres de la Salle isimli okulunda Fransızca'sını düzeltmeye çalışarak geçiriyordu. Lazaristler aslen Ortodoks Bulgarlar arasında Katolik Kilisesi'ne, "kurtarılmış ruh" kazanmayı görev edinmiş misyoner bir mezheptir. Mustafa Kemal'in tatillerinde gönüllü olarak bu okula gidip ders çalışması hiç de alışılagelmiş bir davranış biçimi değildir.

GENÇ SUBAYLARIN ELİNDEN DÜŞÜRMEDİĞİ KİTAP
Harbiye'de Almanca dersini askerî öğrencilerin pek sevdiği Tahir Bey okuturdu. Goltz'un Das Volk in Waffen. Ein Buch über Heerwesen und Kriegsführung in unserer Zeit (1883 – Silah Altındaki Millet. Ordu ve Savaş Yönetimi Üzerine Bir Kitap) adlı kitabını yayımlandıktan hemen bir yıl sonra Türkçe'ye tercüme etmişti (Millet-i Müsellaha). Genç subaylar milleti tekrar yükseltme mücadelelerinde feyzaldıkları kitabı ellerinden düşürmüyor, onu bir Kuran gibi hatmediyorlardı. İsmet Paşa (İnönü) Edirne'de konuşlandığı dönemde eserin tercümesinden faydalanarak Almanca bilgisini geliştirmiştir. Kitabın etkisi Cumhuriyet döneminde de uzun süre devam etti. 1930 yılında basılan ve ileride ele alacağımız "Yurttaşlık Bilgisi" kitabı, Millet-i Müselleha'dan geniş alıntılar içerir.

Akaid-i Diniye ve İlm-i Ahlâk dersleri Harbiye'de başlangıçta yoktur ama 1900'den itibaren müfredatın ayrılmaz parçası haline gelirler. Askeri talebeler günde beş vakit namaz farzına mutlaka uymak mecburiyetindeydi. Padişah Ramazan'da talebelere bir iftar yemeği verirdi; bu yemekle beraber "diş kirası" olarak bir altın gelirdi.

"EĞER ŞİİRE VE RESME EMEK VERSEYDİM..."
Bir Büyükada gezisinde arkadaşı Ali Fuad'a şöyle der:

"Fuat," dedi. "Emin ol riyaziyeye verdiğim emek kadar şiire ve resme emek verseydim, beni Mekteb-i Harbiye'nin dört duvarı arasında kapanmış bulmazdın. Mehtaplı gecelerde mektepten kaçar, buralara gelirdim. Şiir yazardım, sabahın ilk ışıkları ile de resme başlardım."

Ancak onu bu yüzden içli bir genç adam olarak tahayyül etmek doğru olmaz. Kendi neslinin hemen hemen bütün üyeleri gibi o da ilkbahara, aşka ve vapur gezilerine bir heyecan duyuyordu. Okulun avlusundaki veya arkadaşlarının müdavimi olduğu "Deutsche Bierhalle von Zowwe" (Alman Birahanesi, Posta Caddesi, no 10) meyhanesindeki sohbetlerde Napolyon'un seferleriyle Prusya'nın dünya sahnesine çıkışından edebiyat dergisi Servet-i Fünun'un son sayılarına zahmetsizce geçilirdi. Bu çevrede şiir yazmayana tuhaf gözle bakılırdı. Arkadaş çevresinde o yıllarda hangi kitapların okunduğunu bilmek daha aydınlatıcı olurdu kuşkusuz. Ama bildiğimiz bir şey daha var: Konular daha çok kahvehane muhabbetiyle yatakhane fısıldaşması düzeyinde, ağızdan ağza dolaşıyor, gençlere ancak bölük pörçük ve çoğu kez eksik bilgi kırıntıları ulaşıyordu. (Kurtuluş Savaşı yıllarında "Kuvvetler Ayrımı" üzerine bir konuşmasında Rousseau ve Montesquieu'nün adlarını karıştırdığını hatırlatalım!) Mustafa Kemal, Harp Okulu'nun üçüncü ve son sınıfını parlak bir sekizincilikle bitirdi ve 1902'de Erkân-ı Harbiye eğitimine hak kazandı. Artık yılda sadece kırk mezun veren Harp Akademisi'ndeydi.

HİÇ UÇAĞA BİNMEDİ!
Mustafa Kemal 1910 yılında Fransız güz tatbikatlarının gözlemcisi olarak Picardie'ye gönderildi... Büyük çaplı ilk Türk tatbikatı ise –Picardie'deki gibi 60 bin askerle- Mustafa Kemal'in vatanına dönüşünden hemen sonra Trakya'nın doğusundaki Lüleburgaz'da düzenlendi. Tatbikatın daha ilk gününden iki katlı bir uçak, alçak irtifada neredeyse trajediyle nihayet bulacak bir kaza atlattı. İki kişilik mürettebat yaralanmadan indi. Muhtemelen Mustafa Kemal kazanın tanığı olmuştu, çünkü sonradan trajedinin kıyısından dönülen bu olayın üzerinde bıraktığı etkiden söz eder. Atatürk havacılığın ateşli bir teşvikçisi olsa da kendisi hiçbir zaman uçağa binmemiş ve yılmadan tren, gemi ve otomobille seyahati tercih etmiştir. 1918'den sonra hiç yurtdışına seyahat etmediğinden kimse uçuş korkusunun farkına varmamıştır.

KAHRAMANLAR KİTABINA İLGİ...
Fransızca'yı hafif romanlar (mesela Alphonse Daudet) ve metrelerce tarih kitabı okuyacak kadar biliyordu. Paris'ten büyükçe bir kitap paketiyle döndüğünü tahmin edebiliriz. Her halükârda kütüphanesinde, pek çoğu başka dillerden tercüme edilmiş kayda değer sayıda Fransızca eser vardır. Muhtemelen çok erken bir tarihte Thomas Carlyle'ın Odin, Hz. Muhammed ve Dante'den Cromwell ve Napolyon'a uzanan Kahtamanlar (orijinali 1841) kitabını edinmişti. CArlyle'ın kitapları o yıllarda milliyetçilik fırtınası yaişayan Avrupa'da büyük bir okur kitlesi bulmuştu, dünya tarihini büyük adamların yaşam öyküleri silsilesi halinde sunuşu yalnız Türkiyeli okurları etkilemiyordu. Mustafa Kemal'in elindeki nüshanın altı çizili satırlar ve sayfa kenarlarına işlenmiş notlarla dolu olduğunu biliyoruz.

BATI MÜZİĞİNİ GERÇEKTEN SEVER MİYDİ?
Sofya, 1907 yılından beri (1914 Ocak'ta ataşemiliterliğine atanmıştı) 1000'den fazla seyirci kapasiteli şaşaalı bir operaya sahipti. Mustafa Kemal orada bugün hâlâ Bulgar müzikseverlerin iyi tanıdığı starlardan Hristina Morfova ve Stefan Makedonski'nin rol aldığı bir Carmen gösterisi izlemiştir. Cumhurbaşkanlığı zamanında 1930'lu yıllarda Sofya Tiyatrosu'nu İstanbul ve Ankara'ya davet ederek bir iade-i ziyaret imkânı yaratacaktı. Fakat Batı müziğini hakikaten çok iyi tanıyan ve seven birine dönüşmediğini eklemeliyiz. Sf 93

BULGAR GİZLİ SERVİSLERİ ONU İZLEDİ
Mustafa Kemal Sofya'da Ataşemiliter olarak görev yaparken Bulgar "servisleri"nce belli etmeden izlendiğini şüphesiz biliyordu. Sadece bu nedenle bile olsa Sofya sosyetesinde "Miti" adıyla şöhret yapmış cazibeli Dimitrina Kovaçeva'yla romantik bir aşk yaşadığı yolundaki hikâyelere pek itibar etmemek gerekir. Genç kadına kur yapmış olabilir ama evlenme teklif etmiş olması ihtimal dışıdır. Bunun için aklını kaybetmesi gerekirdi. Miti'nin babası General Kovaçev, Bulgaristan'ın Harbiye Nazırı'ydı. Ve Türk yarbay haklı olarak Bulgarlar'ın kaybettikleri İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı'dan intikam yemini ettiğini düşünüyordu. Kovaçev'in askerlerinin Balkan Savaşı'nda ilerleyen Yunan ordusundan köşe bucak kaçmış olması da onun böyle bir yakınlaşmaya sıcak bakmamasının bahanesi değil, nedeni olabilirdi ancak.

Mustafa Kemal'in emin olduğumuz bir ilişkisi vardır ki, onunla 1909'da İstanbul'da tanışmış, Sofya'da ve cephe görevlerinde 1917'ye kadar mektuplaşmıştır. Madame Corinne Lütfü, Birinci Balkan Savaşı'nda şehit olan bir silah arkadaşının dul karısı ve aslen Cenovalı olup dragomanlar ve hekimler çıkartmış Levanten bir ailenin kızıydı.

PADİŞAH VAHİDEDDİN'İN KIZIYLA EVLENECEK MİYDİ?
Mustafa Kemal 1918'de VI. Mehmed Vahideddin'e yaverlik ederken Padişah'ın üç kızından biri olan Sabiha (1894-1969) ile evlenmesinin teklif edildiği söylenir. Bir anlatıma göre, bu lütfa mazhar olan Mustafa Kemal en yakın arkadaşlarına danıştıktan sonra teklifi reddetmiştir. Hikâyenin akla yatkın olması, doğruluğuna kanıt değildir. Enver Paşa örneği, Komite liderlerini Osmanoğullarıyla akraba yapma çabalarının var olduğuna kanıttır gerçi. Hikâye aslında Cumhuriyet'ten sonra doğmuş, siyaseten uyanmış fakat kararsız bir sınıfın özlemlerini yansıtır. Bu sınıf eski hanedanla yeni Cumhuriyet Önderi'ne sadakat arasında gidip geliyordu ve aktarılan bu öykünün Osmanlı sadrazamlarının padişah kızlarıyla girdiği sayısız ilişkiye benzediğini görünüşe bakılırsa tamamen unutmuştu.

ASKERİ HİYERARŞİYE UYAR MIYDI?
Mustafa Kemal 1915 Ocakı'nda Harbiye Nazırı Vekili Talat Paşa'dan (1874-1921) Gelibolu'dan dört – beş gün uzaklıktaki Tekirdağ mıntıkasında 19. Fırka'nın komutasını üstlenme emrini alır. Çanakkale Boğazı'nın savunmasında en yüksek komuta mevkiinde Almanya'da General, Türkiye'de Mareşal Otto Liman von Sanders (Liman Paşa) vardır. Yeni kurulan 5. Ordu Liman Paşa'nın emrine verilmiştir. Mustafa Kemal'in doğrudan komutanı ise on yıl öncesinde Harbiye'nin başında bulunan Esad Paşa'ydı. Fakat askeri hiyerarşiye harfiyen uymak Mustafa Kemal'e göre değildir; kimi zaman Liman von Sanders'le Esad Paşa'yı atlayarak haberleştirği gibi, bazı hallerde de Liman'ı es geçerek doğrudan Başkumandan vekili Enver'le irtibata geçtiği görülmüştür (silahlı kuvvetler resmen padişaha bağlıydı).

ARIBURNU'NDA BİR ASKERİN CEBİNDEN ÇIKAN NOT
Şehit olan askerlerden birinin cebinde bulunan bir kağıda göre Mustafa Kemal'in emri şöyleydi: "Aramızda, Balkan Harbi zilletinin tekerrüründense ölmeyi tercih etmeyecek birisinin bulunacağına ihtimal vermek istemiyorum. Lâkin aramızda böyle adamlar varsa onları behemehal tutup kurşuna dizmelidir."

CORINNE'E YAZDIĞI MEKTUPTA YER ALMAYAN SATIRLAR...
Mustafa Kemal savaşa mola verildiği 20 Temmuz 1915 günü, çoktan şık kıyafetlerini Kızılhaç'ın hemşire önlüğüyle değiştirmiş olan Madame Corinne'e Türk alaylarının muharebe gücü hakkındaki görüşlerini yazar. Corinne ile mektuplaşmasının Türkçe baskısında aşağıdaki satırlara yer verilmemiştir. Onları Mustafa Kemal'in el yazısından, yani mektubun tıpkı basımından okuyalım:

"...Görüyorsunuz Madame, insan huzursuz ve kanlı bir hayata alışınca cennetle cehennemden söz açacak ve hatta Rabbını eleştirecek vakti bile buluyor. Madame, beni Rabbımızı eleştirerek günah işlemekten alıkoyacak kadar merhametliyseniz muharebeler arasındaki boş zamanları geçirecek başka bir meşgale tavsiye edin. Mantıklı tavsiyeleriniz gelene kadar kendimi romanlara hasretmeye karar verdim..."

"VİLLA YAPTIRACAĞINA YOL YAPTIRSAYDI"
Mustafa Kemal, Anzak saldırısının geri püskürtülmesinde oynadığı role Alman komutanların yeterince değer vermediğini düşünüyordu ve bu Liman'la (von Sanders) ilişkisinin daha da bozulmasına yol açtı. Türk tarih kitaplarına geçmiş bir hadiseye göre Mustafa Kemal bir şarapnel parçasının cebindeki köstekli saate isabet etmesi sayesinde ölümden kurtulmuştur. Daha sonra bu cep saatini Liman von Sanders'e hediye eder, Alman komutan da armalı bir köstekli saatle mukabelede bulunur. Ama bu dostane alışveriş ilişkiyi tamir etmeye yetmeyecekti.

Mustafa Kemal 30 Kasım'da Çanakkale cephesinden azlini istemeye karar verdi. Hemen akabinde Liman Paşa'nın bir eleştirisi görünüşe göre bardağı taşıran son damla olmuştur: Alman komutan Anafartalar Grubu'nun ana karargâhını gezerken ikmal yollarının kötü durumundan yakınır ve "Kemal Bey villa yerine yol yaptırsaydı daha iyi ederdi" cümlesini sarf eder. "Villa" dediği, toprağın içine kazılmış büyük bir siperliktir; ahşap dikmelerle ve taşlarla takviye edilmiştir. Bunun gereksiz bir lüks olduğu iddiası herhalde mesnetsizdi, nihayet İzzeddin (Çalışlar) anılarında tek bir günde 190 kişinin buz gibi rüzgâra maruz kalıp öldüğünü anlatır.

BİLİNMEYEN KARLSBAD GÜNLÜKLERİ
Mustafa Kemal 1918 yılının baharında üç cephede geçirdiği uzun yılların ardından nihayet ihtiyacı olan izni alarak Viyana'daki bir mütehassısa muayene ve ardından nekahet için kaplıcalara gitme imkânı bulur... Hasta, semptomlarının tedavisinden sonra şifalı sularının özellikle böbrek hastalarına iyi geldiği söylenen Karlsbad'a gönderildi.

Mustafa Kemal, Karlsbad günlerinde bir akşam yemeğinden sonra kendi vatandaşlarından oluşan topluluğa yaptığı açıklamalar sayfalar dolusu notlarla belgelenmiştir. Konuşmanın çıkış noktası yandaki dans salonunda smokinli erkeklerle Fourstep dansı yapan "gayet zarif, lâtif birkaç genç kadın"ın seyri idi.

"Benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben toplumsal hayatımızda arzu edilen inkılâbı bir anda bir 'coup' ile tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben bazıları gibi kamuoyunu, din adamlarını yavaş yavaş benin planlarım derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeye alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden ben bu kadar senelik yüksek eğitim gördükten, uygar yaşamı ve toplumu inceledikten ve hayatımı ve zamanımı özgürlüğü öğrenmeye harcadıktan sonra avam mertebesine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar..."

Kadınların örtünmesi, eğitim, çok eşlilik ve bu bağlamlarda iki cins arasındaki eşitsizlik gibi konular üzerine kapsamlı izahatlar takip eder bu konuşmayı.

"Mesela bizde, iffet ve ismet pek büyük ve sıkı kuyudata tabidir. Bir Avrupalı bu kuyudu tanımıyor (...) Onlar bizim nazarımızda tamamen ahlâksız, onlar nazarında biz tamamen vahşi. (...) Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar, onların dimağlarını ciddi ilim ve fen bilimleri ile tezyin edelim. İffeti, sağlıklı olarak izah edelim.




Kaynak:Habertürk

18 Mayıs 2010 Salı

MURAT ÖZGEN AYFER'dan Saçmalıklar

33. DERECE'DEN ÖTE MASONLUK SIRLARI

ÇİÇEĞİ BURNUNDA BÜYÜK ÜSTAT MURAT Ö. AYFER’İN GIDI-GIDILARI

EFENDİM, MASONLAR İKİ AYRI KAMPA BÖLÜNMÜŞ, BİRBİRLERİNİN GIRTLAĞINA SARILACAK KADAR BİRBİRLERİNE HASIMDIR YA, ÖZGÜR MASONLAR (ÖTEKİSİ HÜR MASONLAR DİYE BİLİNİR. BİZİM AÇIMIZDAN HA ALİ-VELİ, HA VELİ-ALİ) KENDİLERİNE YENİ BİR ÜSTÂD-I AZÂM SEÇMİŞLER. PEK SAYGIDEĞER (MUHTEREM) ÜSTAT MURAT ÖZGEN AYFER HAZRETLERİ!.. YALÇIN KÜÇÜK’ÜN İSİM VE SOYADI TURNUSOL KÂĞIDINI DEĞDİRİNCE "DÖNME" OLDUĞU OLDUĞU ANLAŞILIYOR!.. GÜNÂHI VEBÂLİ TURNUSOL KÂĞIDINA!..

PEK MUHTEREM ÜSTÂT TA İLK "MERHABA" YAZISINDA BİZİ GIDIKLAMAKTAN VAZGEÇMEMİŞ... BÜTÜN MASONLAR GİBİ GÜLE GÜLE BAYILACAK HÂLE GELDİĞİMİZ "EVRENSEL GERÇEKLER"DEN DEM VURMUŞ!.. BUYRUN, BAKIN, SİZ DE GIDIKLANACAK MISINIZ?

- "İnsanlar, binlerce yıldan beri, aralarındaki ırk, renk, cinsiyet gibi biyolojik farklılıklar; ayrıca dil, din, düşünce, ulus gibi kültürel farklılıklar yüzünden kıyımlarla, zulümlerle, açlık ve yoksullukla iç içe yaşamaktadırlar."

- "İnsanlar, binlerce yıldır, mutlu olmak için geldikleri bu dünyada mutluluktan çok acı ve mutsuzluk bulmuşlardır. İnsanlığın ne denli cehennemler yaşadığını görmek için geçtiğimiz yüzyılın tarihine kısaca bir göz atmak yeter." - "Bununla birlikte insanlar, gecenin en karanlık anında bile ışıyan düşünceleriyle aydınlanan mutlu sabahlara ulaşma umudunu hiçbir zaman yitirmemişlerdir. İşte bu yitirilmeyen umudun en üst basamağında, masonlar için vazgeçilmez bir ülkü sayılan tüm insanların barış ve mutluluk içinde yaşadıkları bir dünya vardır."

GÖRDÜNÜZ MÜ, DÜNYANIN DÖRT BİR BUCAĞINDA YAŞIYAN 4/5’İ SAVAŞ, KURAKLIK, SEL, MÜLTECİLİK, AÇLIK, SUSUZLUK, SOĞUK, EVSİZLİK, İŞSİZLİK, EĞİTİMSİZLİK, HASTALIK GİBİ BÜYÜK SIKINTILARA MÂRUZ KALMIŞ OLAN İNSANLARIN KURTULUŞ UMUTLARININ EN ÜST BASAMAĞINDA, MASONLARIN KURACAĞI "BARIŞ VE MUTLULUK DÜNYÂSI" VARMIŞ!.. DÜNYANIN BU 4.5 MİLYAR İNSANI GECE-GÜNDÜZ YATIP KALKIP MASONLARIN BAŞARISI İÇİN DUA EDİYORMUŞ!.. ÇÜNKÜ BİR TEK ONLAR BÖYLE BİR DÜNYAYI "ÜLKÜ" EDİNMİŞLER!.. GERİ KALAN BÜTÜN DİNLER, FELSEFELER MASONLAR KADAR "ERMİŞ" OLMADIKLARINDAN DOLAYI, HENÜZ BÖYLE ÜSTÜN BİR "ÜLKÜ"YE ULAŞAMAMIŞLAR!..

O ZAMAN NE YAPMAK GEREK?.. DÜNYANIN 170 KÜSUR ÜLKESİNDE MASONLARI İKTİDARA GETİRMEK GEREK!.. DÜNYA MASONLARI ELELE VERECEKLER VE İNSANLARA HAYÂL ETTİKLERİ DÜNYÂYI, BİZİM MASON SÜLÜ’NÜN 500 GÜNLÜK PUROGRAMINA BENZER BİR UYGULAMA İLE EN KISA ZAMANDA ALTIN TEPSİ İÇİNDE SUNACAKLARDIR.

ONDAN SONRA YAN GEL YAT!.. ONLAR ERSİN MURÂDINA (ACEP ADAMIN ADI O YÜZDEN Mİ MURAT???), BİZ ÇIKALIM KEREVETİNE!..

PEK İKNÂ OLMADINIZ, DEĞİL Mİ?.. BUNU BİZİM ÇİÇEĞİ BURNUNDA YENİ ÜSTÂD-I AZÂM DA FARKETMİŞ OLACAK Kİ, AÇIKLAMA GETİRMİŞ... MASONLUKTAN GAYRI İNANÇ VE İDEOLOJİLERİN NEDEN BAŞARISIZ OLDUĞUNU ANLATMIŞ:

- "Böyle bir dünya hep düşlenmiştir. Dinler, ideolojiler, siyasal kuramlar sürekli olarak tüm insanlar için barış ve mutluluk amaçladıklarını ileri sürmüşlerdir. Ne var ki, farklı dinler, birbirleriyle bağdaşamaz ideolojiler ve birbirleriyle çelişkili siyasal kuramlar insanları bölmekten, toplumları düşman kamplara ayırmaktan, savaşa neden olmaktan öte pek bir başarı sağlayamamışlardır."

YAA!.. DİNLER İNSANLARI KAMPLARA BÖLMÜŞ!.. İDEOLOJİLER İNSANLARI BİRBİRİNE DÜŞMAN ETMİŞ!.. SAVAŞA, İHTİLÂLLERE SEBEP OLMUŞ!.. BOŞ YERE KAN DÖKÜLMÜŞ, IZDIRAP ÇEKİLMİŞ!.. MASONLUK OLSA, HERKES BİRLEŞECEK, SAVAŞANLAR BİRBİRİNİN BOYNUNA SARILACAK, ZENGİN MALINI FAKİRLE PAYLAŞACAK, ÇELİŞKİLİ KURAMLAR ORTADAN KALKACAK, DÜNYÂDA ÇELİŞMİYEN BİR TEK MASONİK ZİHNİYET HÂKİM OLACAK!..

AY, DURUN!.. ŞU GÜLMEMİ BİR DURDURABİLSEM, DEVÂM EDECEĞİM AMA, İKİDİR SANDALYEDEN YUVARLANIYORUM... KATILMAMAK İÇİN TAVANA FİLÂN BAKIYOR, DEĞERLİ ÜSTÂDIN SÖZLERİNİ GÖREMİYORUM...

NEYSE!... BİRAZ TOPARLADIM... YAHU, DİNLER, "GİDİN, BİRBİRİNİZİ ÖLDÜRÜN, BİRBİRİNİZE DÜŞMANLIKTAN VAZGEÇMEYİN" Mİ DEMİŞ?.. HANİ MASONLARIN ÇOĞUNUN MENSUP OLDUĞU HIRİSTİYANLIK "SAĞ YANAĞINA BURANA SOL YANAĞINI ÇEVİR" DİYORDU?..

PEKİ, O İDEOLOJİLERİN SİYONİZM, FAŞİZM, KOMÜNİZM, VE DE ALLAHSIZ ZÂLİM KAPİTALİZMİN FİKİR BABALARI, HEP MASON DEĞİL Mİ?.. AVRUPA’DAKİ BÜTÜN HÂNEDÂNLAR, AMERİKA’DAKİ BÜTÜN BAŞKANLAR MASON DEĞİL Mİ?.. BÜTÜN İŞADAMLARI, SEÇKİN MESLEK ERBÂBI, BÜTÜN ÜST BÜROKRATLAR ŞU VEYÂ BU MASONİK DERNEĞE, LIONS’DAN TRILATERAL’A KADAR SÜRÜ SEPET OLAN MASONİK DERNEKLERE ÜYE DEĞİL Mİ?..

FRANSIZ VE RUS İHTİLÂLİNİ YAPANLAR, 1. VE 2. DÜNYA SAVAŞINI ÇIKARANLAR MASON DEĞİL Mİ?.. NAPOLYON’DAN MUSSOLİNİ’YE, HİTLER’DEN LENİN’E BÜTÜN İHTİLÂLCİLER BİR VAKİT MASON DEĞİL MİYDİ???

ÖYLEYSE, İNSANLIK ÂLEMİNDE BÖLÜCÜLÜK, ÇELİŞKİ, SAPKIN İDEOLOJİLER VE SAVAŞ YARATMAK MASONLUK İCÂBI!.. HATTÂ MASONLUĞUN AMACI BU!... BÖL, VE YÖNET!.. HEPSİ AYRI OLSUN, HEPSİ BİRBİRİ İLE VURUŞSUN, MASONLAR ARADAN SIYRILIP HEPSİNİ İDÂRE ETSİN!.. TAKTİK BU!..

AMA ÇİÇEĞİ BURNUNDA YENİ BAŞ BÜYÜK ÜSTÂDIN BUNLARI UNUTUP, MASONLUĞU DÜNYÂDAKİ BÜTÜN KARIŞIKLIKLARA "ÇÖZÜM" OLARAK GÖSTERİYOR:

- "Masonluğun tüm insanların barış ve mutluluğu için önerileri vardır. Her şeyden önce Masonluk, bağnazlıktan ve ön yargılardan arındırılmış özgür düşünceden yanadır. Yaşama ilişkin belirleyici çalışmalara bilimin ve aklın yön vermesini önerir. Çünkü bilim, farklı yöntemler uygulansa da hep aynı sonuca varır. Aklın yolu, insanlar arasındaki biyolojik ve kültürel farklılıkları, özgürlük, eşitlik, kardeşlik üçlemesinde evrensel birliğe kavuşturur. Masonluğun tutumu ve yaklaşımı uyarınca, ırkları, renkleri, dinleri, dilleri, ulusları, cinsiyetleri her ne olursa olsun, tüm insanlar özgürdür; tüm insanlar eşittir; tüm insanlar kardeştir. Irkları, renkleri, dinleri, dilleri, ulusları, cinsiyetleri her ne olursa olsun, tüm insanlar, ortak nitelikleri olan özgürlük ve eşitlikte, her şeyden önce insan olduklarının farkına varırlar. Ve insanlığa ait ne varsa, kardeşlik ortamında paylaşırlar."

YAAA, GÖRDÜNÜZ MÜ?.. MASONLARDAN BAŞKA HERKES ÖNYARGILI, ESİR DÜŞÜNCEDEN YANA!.. HEPSİ YOBAZ!.. HİÇ BİRİ AKLA VE BİLİME ÖNEM VERMİYOR!.. SADECE MASONLAR ÖZGÜRLÜK İSTİYOR!.. ÖYLEYSE SADECE MASONLAR, ESKİ SOSYALİST BULOKTAN KAPİTALİZMİN HÂKİM OLDUĞU ÜLKELERE GÖTÜRÜLÜP KÖLE-CÂRİYE OLARAK KULLANILAN 400.000 KADINI ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞTURABİLİR...MİŞ!..

SÂDECE MASONLAR MUTLAK "EŞİT"LİKTEN YANA OLDUKLARI İÇİN, DÜNYÂDAKİ GELİR DAĞILIMI BOZUKLUĞUNU ANCAK ONLAR KALDIRABİLİR...MİŞ!.. ANCAK MASONLAR 225 KİŞİ VE 450 ÂİLE ELİNDE TOPLANAN DÜNYÂ GELİRİNİN YARISINI, O NÂMUSSUZLARDAN ALIP FAKİR FUKARAYA ÜLEŞTİREBİLİR...MİŞ!..

SÂDECE MASONLAR KARDEŞLİĞE İNANDIĞI İÇİN, BEYAZ-ANGLOSAKSON-PROTESTAN BATILI İLE SİONİST YAHUDİNİN IRKÇI DÜŞÜNCELERİNİ ANCAK ONLAR YOK EDEBİLİR...MİŞ!.. BİR İNGİLİZ’İN ÇİNLİ’Yİ, HİNTLİ’Yİ, AMERİKALI’NIN ZENCİ’Yİ, KIZILDERİLİ’Yİ, VE TABİİ HEPSİNİN TÜRKLER’İ KARDEŞ BİLMESİ, ANCAK MASONLUKLA MÜMKÜN...MÜŞ!.. ÂDEM’DEN BU YANA BÜTÜN İNSANLARIN KARDEŞ OLDUĞU GERÇEĞİ, ANCAK MASON FELSEFESİYLE FARKEDİLMİŞ ÇÜNKÜ!..

ÖYLE DE, KÜÇÜK BİR KAÇ SORUN VAR... O KADAR MÜHİMSEMEYİN CANIM!.. AYFER BİRÂDER BUNLARA HEMEN ÇÖZÜM BULACAKTIR!..

MASONLAR NEDENSE ARALARINA FAKİRLERİ ALMAZLAR!.. BU YÜZDEN BALIKÇILAR, LÂĞIMCILAR, HAMMALLAR, ODACILAR LOCALARA GİREMEZ!.. KENDİ İÇLERİNDE FAKİR-ZENGİN AYIRIMINI KALDIRAMAMIŞ OLAN MASONLAR, NASIL OLUP TA DÜNYÂDA GELİR DAĞILIMINDA EŞİTLİĞİ SAĞLIYACAK???

MASONLAR BU FAKİRLERİ, BALIKÇILARI, LÂĞIMCILARI, HAMMALLARI, SİZİ, BİZİ, HATTA KADINLARI ARALARINA ALMADIKLARINA GÖRE; BUNLAR NASIL BİRBİRİNE "KARDEŞ-BİRÂDER" DİYECEK??? HOŞ, MASONLAR BİRÂDERLERİNİN HANIMLARINA "HEMŞİRE-KIZKARDEŞ" DERLER... SOROPTİMİST, KADIN LOCALARI KURARLAR AMA, ONLARI HEP AYRI TUTARLAR... ADAMDAN SAYMAZLAR!..

AYRICA BEYAZ LOCALARINA HİNTLİLER, ÇİNLİLER, ZENCİLER GİREMEZ!.. ZENCİ LOCALARINA KIZILDERİLİLER GİREMEZ!.. KENDİ İÇLERİNDE BİLE IRK VE CİNSİYET AYIRIMI GÜDEN MASONLAR; NASIL OLACAK TA, BÜTÜN DÜNYÂDA IRK VE CİNSİYET AYIRIMINI KALDIRACAK???

"ÖZGÜRLÜK" MESELESİNİ Mİ UNUTTUK?.. NASIL OLACAK TA, BAŞLARINDA HEP MASON LİDERLERİN BULUNDUĞU ZENGİN BATILI ÜLKELER, BİRER SÖMÜRGE GÖRDÜKLERİ, HALKINI KÖLE GİBİ KULLANDIKLARI GERİ KALMIŞ İNSANLARA "ÖZGÜRLÜK" GETİRECEKLER???

1492’DEN 1960’LARA KADAR SÜRDÜRDÜKLERİ İNANILMAZ KAN EMİCİ EMPERYALİZMİ; MASON KIRALLAR, PİRENSLER, MASON DEVLET ADAMLARI YÜRÜTMEDİ Mİ?.. 1990’LARA KADAR RODEZYA VE GÜNEY AFRİKA’DAKİ, İSRAİL’DEKİ KORKUNÇ IRK AYIRIMI VE MEZALİMİNİ, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER KARARLARINI BİLE ENGELLİYECEK ŞEKİLDE MASON DİPLOMATLAR DESTEKLEMEDİ Mİ???

ŞİMDİ İKTİDAR VE İMKÂNLAR YİNE MASON POLİTİKACILARIN, İŞADAMLARININ ELİNDE İKEN; ESKİ SÖMÜRGECİLİKTEN BETER SİSTEMLER PEŞİNDE KOŞANLAR, YENİ "KOLECİLİK" ANLAYIŞINA BİR MİLYÂR İNSANI MAHKÛM ETMİŞ OLANLAR, İLERDE NASIL BU İNSANLARA ÖZGÜRLÜK VERECEK???

MASONLAR HEMEN HER ÜLKEDE BAŞTA İKEN, İŞLER BÖYLE KÖTÜYE GİDERKEN; ACABA NE GİBİ BİR DEĞİŞİKLİK OLACAK TA MASONLUK "ŞIP" DİYE BÜTÜN SORUNLARA ÇÖZÜM BULACAK???

VARDIR TABİİ BUNLARA BİR CEVÂBI, ÇİÇEĞİ BURNUNDA BÜYÜK ÜSTAT MURAT ÖZGEN AYFER’İN!.. AMA NEDENSE O ÇOK DEĞERLİ "MESAJ"INDA YAZMAMIŞ!..

YAZMAMIŞ TA, "KLİP"LER YAPMIŞ!.. MASONLUK PROPOGANDASINA DAYANABİLİRSENİZ, ADRESİ AŞAĞIDA!.. SEYREDİN!.

HANİ, BİZ HATIRLATALIM, DEDİK... BELKİ BUNDAN SONRAKİ VECİZ MESAJINDA YER VERİR!



Alıntı

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Yavuz Sultan Selim Han Küpe Takmamıştır!..

Üstad Kadir Mısıroğlu'nun Facebook Sitesinden Alınmıştır!
1) İslâm Hukukuna göre kulakların küpe takılmak üzere delinmesi ve küpe takılması, kadınlar için caiz görülmüş; ama erkekler için caiz görülmemiştir. Bazı hukukçular, erkek çocukların da kulaklarının delinebileceğini ve bu tür bir olayın Hz. Peygamber zamanında yapıldığı halde yasaklanmadığını ileri sürmektedirler. Her hal ü kârda ergen erkeklerin kulaklarını deldirmeleri ve küpe takmaları, çoğu hukukçulara göre haram ve bazılarına göre ise mekrûhtur; yani kısaca caiz değildir.
İşte bu şer'î hükmü bilen Yavuz Sultân Selim'in kulağını deldirip küpe taktığına ihtimal dahi vermiyoruz. Zira Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce, 'Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?' dediğini biliyor ve onun şahsî hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir padişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak küpe yoktur.

2) Şu anda Topkapı Sarayı'nın Portreler Bölümünde 17/66 numara ile 70 x 65 cm ebadında bulunan küpeli Yavuz Portresi ile Macar bir ressama ait olduğu söylenen küpeli resme gelince; evvela, Yavuz'un minyatürlerde ve elimizde bulunan resimlerinde, bunun gibi küpeli olan üçüncü bir resmi bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu resimler arasında resmî nakkaşlar tarafından yapılanları vardır.


İkincisi, Yavuz'a isnad olunan, ama tamamen hayalî ve uydurma olan Avrupalı ve İranlı ressamlara ait resimler çokça bulunmaktadır. Tarih kaynakları bu noktanın altını çizmektedirler. Bu küpeli resmin de, uydurma resimlerden biri olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Sultân'ın kulağında küpe, boynunda incili madalyon, sarığında taç bulunmaktadır.


Osmanlı Padişahlarının kıyafetleri ile bağdaşmayan bu süsler, tablonun yakın tarihlerde yapıldığını göstermektedir. Zaten 1926 yılında Dolma Bahçe Sarayı'ndan getirilmiştir. Dolma Bahçe Sarayı'na ne zaman konulduğu da bilinmemektedir.


Üçüncüsü, bazı araştırmacılara göre, bu küpeli resim Şah İsmail'e aittir. Zira başında Şii Mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran Şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şi'a mezhebinde caiz görülmektedir. Bu son delili Üstad Kadir Mısıroglu'da savunmaktadır.


Yavuz Sultan Selim Küpe Taktı mı?


Yavuz Sultân Selim’in sol kulağında küpe bulunan bir resmi mevcut­tur. Bu doğru mudur?

Konuyu bir kaç açıdan ele almakta yarar vardır:

1) İslâm Hukukuna göre kulakların küpe takılmak üzere delinmesi ve küpe takılması, kadınlar için caiz görülmüş; ama erkekler için caiz görülmemiştir. Bazı hukukçular, erkek çocukların da kulaklarının delinebileceğini ve bu tür bir olayın Hz. Peygamber zamanında yapıldığı halde yasaklanmadığını ileri sürmektedirler. Her hal ü kârda ergen erkeklerin kulaklarını deldirmeleri ve küpe takmaları, çoğu hukukçulara göre haram ve bazılarına göre ise mekrûhdur; yani kısaca caiz değildir.

İşte bu şer-i hükmü bilen Yavuz Sultân Selim’in kulağını deldirip küpe taktığına ihtimal dahi vermiyoruz. Zira Yavuz, Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman’ın süslü elbiselerini görünce, ‘Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?‘ dediğini biliyor ve onun şahsî hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir Padişahtır. Doğru olan resimlerinde, pala bıyıklar vardır; ancak küpe yoktur.

2) Şu anda Topkapı Sarayı’nın Portreler Bölümünde 17/66 numara ile 70 x 65 cm ebadında bulunan küpeli Yavuz Portresi ile Macar bir ressama ait olduğu söylenen küpeli resme gelince; Evvela, Yavuz’un minyatürlerde ve elimizde bulunan resimlerinde, bunun gibi küpeli olan üçüncü bir resmi bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu resimler arasında resmî nakkaşlar tarafından yapılanları vardır. İkincisi, Yavuz’a isnad olunan, ama tamamen hayalî ve uydurma olan Avrupalı ve İranlı ressamlara ait resimler çokça bulunmaktadır. Tarih kaynakları bu noktanın altını çizmektedirler. Bu küpeli resmin de, uydurma resimlerden biri olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Sultânın kulağında küpe, boynunda incili madalyon, sarığında tac bulunmaktadır. Osmanlı Padişahlarının kıyafetleri ile bağdaşmayan bu süsler, tablonun yakın tarihlerde yapıldığını göstermektedir. Zaten 1926 yılında Dolma Bahçe Sarayından getirilmiştir. Dolma Bahçe Sarayına ne zaman konulduğu da bilinmemektedir. Üçüncüsü, bazı araştırmacılara göre, bu küpeli resim Şah İsmail’e aittir. Zira başında Şii Mezhebinin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran Şahlarına mahsus taç vardır. Ayrıca küpe de Şi’a mezhebinde caiz görülmektedir.

3) Küpeli resmin Yavuz’a ait olmadığı ortadadır. Ait olsa bile, son zamanların bazı ahlaksız insanlarının bunu, gay’liğe yorumlamaları, en az bu resmin Yavuz’a isnad edilmesi kadar yanlıştır. Doğru olsa bile böyle yorumlanmasının mantıksızlığını, iç oğlanı meselesinde uzun uzadıya açıklamış bulunuyoruz. Kaldı ki, bazı kölelerin, kölelik alâmeti olarak kulaklarına küpe taktıkları bilinmektedir. Tek kulağında olduğu hiç mevzubahis dahi edilmemiştir. Bazı yazarlar, Yavuz’un bu küpesini Allah’a kul olma özelliği olarak taktığını ve bununla Cihan hâkimi olmasına rağmen âciz bir kul olduğunu göstermek istediğini anlatmaya çalışmışlardır. Bize göre bu yorumlar kısmen zayıf yorumlardır. Zira küpeli resim hadisesi doğru görünmemektedir. Fakat kölelerin küpe taktıkları doğrudur80

- - -
80 İbn-i Âbidin, Redd’ül-Muhtâr, c. VI, sh. 420; Heyet, Resimli-Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul 1958, c. II, sh. 717, 719, 725, 731, 739, 788; Gönenç, Halil, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983, c. II, sh. 164; Dirier, Ayten, “Yavuz Selim Küpeli miydi?”, Zafer Dergisi, Haziran 1995, sayı 222, sh. 28-29; Kuşoğlu, M. Zeki, Tılsımdan Takıya, İstanbul 1998, sh. 52 vd.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Doç. Dr. Said Öztürk
Bilinmeyen Osmanlı - shf 147.

YAVUZ'UN TEK KÜPESİ

İskender PALA

Yavuz'un resimlerini çizenlerden çoğu onu burma pala bıyıklı ve tek kulağında küpe ile çizerler. Pala bıyıklar ile Yavuz'un tarihî kimliği arasında zihinlerde hemen bir bağ kuruluvermesi insanlara bu resimleri hoş gösterir. Eh, durum böyle olunca kulağındaki küpeye de bir efsane uydurulmasında ne mahzur olabilir ki?!.. Hani kutsal toprakları aldığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiştir ya, buna bir ilave de halk yapmış ve orada gördüğü kulağı küpeli siyahi köleleri örnek alarak kulağına küpe taktırdığını ve bununla kendisini din uğrunda bir köle mesabesinde telakki ettiğini imaya yöneldiğini uydurmuştur. Oysa Yavuz'un minyatürlerinde hiçbir zaman pala bıyık veya küpe yoktur. Tarihî bilgiler onun kişiliğinde sadelikten yana olduğunu ve giyiminde de çok sade tercihlerde bulunduğunu söylerler. Nitekim Topkapı Sarayı'ndaki en sade kaftan onundur. Mısır seferi dönüşünde Edirne'de kendisini karşılayan tek şehzadesi Süleyman'ın süslü elbiselerini görünce ona, "Bre oğul, sen böyle giyinirsen anan ne giyecek!" diye ikazda bulunması da bunu pekiştiren bir tarihî gerçektir. Keza aynı seferden gelişinde İstanbul'a gireceği sırada büyük bir zafer kutlaması tertipleneceğini duyunca israfı önlemek üzere bir gece vakti gizlice Topkapı'ya girdiği de bilinir. Bütün bunlardan daha önemlisi Yavuz'un küpe taktığını söyleyen hiçbir tarih satırı, hiçbir belge yoktur. Küpeli uydurma resimlerde ise resimdeki kişinin başında beyaz tülbent içinde kırmızı bir başlık ve üstünde de krallara benzetilmiş bir tac vardır. Bu tür kızıl börk ve tacı İran şahları kullanır. Osmanlı sultanları tac giymezler.

Sonuç şu, küpe takmak gibi bir hafifliği, azametiyle öne çıkan Osmanlı sultanına, hele de Yavuz gibi celalli bir adama yakıştırmak yanlıştır. O zaman da akıllara bir soru takılır: Kimdir bu küpeli, taclı adam? Söyleyelim; Yavuz'un "Paymal eyleyelim kişverini sürhserin" diye üzerine yürüdüğü Sürhser (Kızılbaş) Şah İsmail'indir ve başındaki kızıl börk ile tac da Kızılbaşlığın simgesidir. Ne garip tecelli; Yavuz Çaldıran'da, Şah İsmail de resimlerde birbirlerine külahları ters giydirmişler.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Hayrettin Karaman Hocanın bir Fetvası Üzerine bir Değerlendirme

Ahmet Turan
Hayrettin Karaman Hocanın Bir Fetvası Üzerine Bir Değerlendirme
Soru:
Kadın sesi dinlemek caiz midir? Dinlediğimiz müziğin türüne göre cevaz değişir mi? (Örnek: tasavvuf musikisine eşlik eden bir kadın sesi veya ilahi söyleyen bir kadın sesi gibi)
Cevap:
Peygamberimizin zamanında mescidde ve başka yerlerde kadınlar, erkeklerin yanında konuşurlardı. O (s.a.) hicret ederken kadınlar ve çocuklar musikî eşliğinde karşılama yapmışlardı. Bayram günlerinde Hz. Peygamber'in evinde ve onun yanında genç kızlar, Hz. Aişe'ye sesli ve tefli müzik dinletmişlerdi. Kadının sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) yoktur. Kadın olsun erkek olsun müzik icra ettiğinde bunu dinleyenler kendilerine bakmalıdırlar; kötü, olumsuz bir etkilenme bulunmadıkça dinlemelerinde sakınca yoktur.(Kadın şarkıcı dinlemek caiz midir?) [Bu yazı yayınlandıktan sonra Hayreddin Karaman hocanın web sitesindeki bu başlık "Kadın sesi dinlemek caiz midir?" şeklinde değiştirilmiştir].
Tenkit:
Fetvanın tahliline geçerken ilk iş olarak Hayrettin hocanın mesnet edindiği hususları tespit edelim:
1. Peygamberimiz zamanında kadınların erkeklerin yanında konuşması.
2. Hicret ederken kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılaması.
3. Bayram günlerinde Hz. Peygamberin evinde ve onun yanında genç kızların Hz. Aişe’ye sesli ve tefli müzik dinletmesi.
4. Kadın sesinin ve musikînin haram olduğuna dair sahih ve kesin bir delil (dinî açıklama) bulunmaması.
Bu dört madde hoca efendinin fetvada kullandığı mesnetleri teşkil ediyor. Hoca efendi bunları sıraladıktan sonra fetvasına geçiyor ve kadından müzik dinlemenin hükmünün onu dinlerken insanın içinde yaşadığı duygulara bağlı olduğunu söylüyor. Buna göre hoca efendinin fetvası, kadının musikîsinin, içinde olumsuz etkilere yol açmıyorsa caiz, açıyorsa caiz olmadığını gösteriyor.
Fetvanın gerekçelerini gözden geçirirken üç çeşit hatayla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Bunları mantık, usul ve bilgi hataları olarak tasnif edebiliriz. Hoca efendinin göze çarpan mantık hatası, fetvasında gözlemlediğimiz tutarsızlıklar da yatıyor. Hoca efendi, -birinci ve dördüncü maddelerde- kadından şarkı dinleme meselesini normal kadının sesi ve genel musikî bağlamında ele alıyor. Kadının erkeklerin yanında konuşmasıyla şarkı söylemesi arasında önemli farklar bulunduğu ve bunların aynı hükme tabi olmayacağı hususu gayet açıktır. Bunlar, biri diğerinin yerine kullanılabilecek veya birinin cevazıyla diğerinin cevazına hükmedilebilecek türden müşterek konular değildir. Kadından müzik dinlemenin hükmü, ne normal şartlarda kadının sesinin hükmüyle açıklanabilir, ne de normal musikînin hükmüyle. Nitekim Ehl-i sünnet imamları, çoğunluk belli şartlarda kadının sesinin avret olmadığına hükmettiği halde, kadından şarkı dinlemenin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir.
Zaten hoca efendi de bundan tatmin olmamış olacak ki, başka deliller aramış ve ikinci ile üçüncü maddelerde meseleyi, asr-ı saadet döneminde kadınların musikî icra etmesine dayandırmış. İşte hoca efendinin, biri usul diğeri bilgi yanlışı olmak üzere ikinci ve üçüncü hataları da bu iki maddede kendini gösteriyor.
Hoca efendinin ikinci maddede zikrettiği kadınların musikî eşliğinde Peygamberimizi karşılamasıyla ilgili rivayetler günümüz şarkıcı kadınlarını dinlemenin cevazına mesnet olarak kullanılabilecek rivayetler değildir. Hoca efendi söz konusu rivayetlerde geçen "cevarî, velâid, imâ, kaynât" gibi kelimeleri, genel olarak "kadınlar" diye tercüme etmekle ciddi bir usul hatası yapmıştır. Buna bilgi hatası demiyorum; çünkü hoca efendi bu gibi kelimelerin yaygın olarak hür olmayan kadınlar için kullanıldığını pek ala bilir. Burada aslında bir muğalatadan da söz edilebilir. Yani bir delili kapsam alanı dışında işletmeye çalışmak gibi bir mantık hatasından söz edebiliriz.
Hür kadınlarla cariyeler arasında –mahremiyet hükümleri başta olmak üzere- önemli hüküm farklılıkları bulunduğu ve üzerinde konuştuğumuz konunun da bu farklılığın tebellür ettiği konulardan biri olduğu halde hoca efendinin böyle bir tercüme hatasına düşmesi ihmale yorulabilecek türden değildir. Bir de söz konusu rivayetlerin haram-helal, cevaz-adem-i cevaz gibi ahkam meselelerine malzeme olarak kullanılması vehameti ciddi boyutlara taşıyor.
Gerekçede zikredilen hadiseyle ilgili rivayetlerin tedkikine gelince, Hz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Hz. Ebubekir (r.a) ile birlikte Medine'ye teşrif ettiklerinde, Medine'de bulunan Müslümanların kendilerini nasıl karşıladığına dair ilgili rivayetlerde çeşitli ifadeler vardır. Bazı rivayetlerde Medineli bazı cariyelerin (imâ) çıkıp "Muhammed geldi, Muhammed geldi" diye seslendikleri, bazılarında çocukların (ğılmân) ve hizmetçilerin (hüddem) "Muhammed geldi, Allahü ekber" diye sevinç çığlıkları attıkları nakledilmiştir. İbn-i Hacer'in ifadesiyle, Hakim'in tahriç ettiği bir rivayette de, Medine'den Benî Neccâr sülalesinin cariyelerinin çıkıp def çalarak "bizler Benî Neccar'ın cariyeleriyiz, Muhammed ne güzel komşudur!" dedikleri bildirilmiştir. Aynı hadisi anlatan başka bir rivayette de Medineli cariyelerin (velâid) çıkıp meşhur Talea'l-Bedru'yu söyledikleri nakledilmektedir.
Görüldüğü gibi rivayetlerde sevinç çığlıkları atan veya def çalıp kaside okuyan kimseler küçük çocuklarla cariyelerdir. Bu rivayetlerden birincisi Buharî tarafından tahric edilmiştir. Bu rivayet sahih olmakla birlikte cariyelerin def çalıp kaside söylediğine dair bir ifade içermemektedir. İkinci rivayet de Buharî'nin rivayetinin farklı bir varyantıdır. Bu rivayette def ve kasideden söz edilmediği gibi bağıranların kadın olduğuna dair bir ifade de yoktur. Kadınların kaside/şiir söylediğini bildiren rivayetler ise üçüncü ve dördüncü rivayetlerdir. Dördüncü rivayet İbn-i Hacer'in de temas ettiği gibi munkatıdır, usul açısından ahkâma mesned olamaz. Üçüncü rivayet yine İbn-i Hacer'in ifadesiyle Hakim tarafından Şeyhayn'ın şartına uygun olarak tahriç edilmiştir. Fakat ben Hakim'in el-Müstedrek'inde böyle bir hadise rastlayamadım. Muhtemelen, -İbn-i Hacer'in sehvi mevzu bahis değilse- el-Müstedrek'in İbn-i Hacer'in elinde mevcut başka nüshasında böyle bir rivayet olabilir.
Üçüncü rivayeti Hakim'in tahriç ettiğini tespit edemesem de aynı rivayetin başkaları tarafından tahriç edildiği sabittir. Bu rivayetlerin bir kısmında Neccar oğullarından cariyelerin (cevârî/kaynât) hicret sırasında kaside söylediği, bazılarında da Medine'de bir düğün sırasında kaside söylediği (İbn-i Mace, 1899) ve Peygamberimizin onlara dua ettiği nakledilmektedir ki, anılan rivayetler makbuldür. Fakat bu rivayetlerin hemen hepsinde def çalıp kaside söyleyen kızların cariye oldukları açıkça ifade edilmektedir. Bunun gibi üçüncü maddede Hz. Aişe'nin, Peygamberimizin yanında kasidelerini dinlediği kadınlar da (câriye/kaynât) birer cariyedir. Burada da hoca efendi aynı usul hatasını tekrar etmiş ve cariyelerle ilgili bir rivayeti günümüz kadın şarkıcıları için mesnet kabul etmiştir.
Burada ısrarla, konumuzla ilgili rivayetlerde geçen asr-ı saadet cariyelerinin hür kadınlar şeklinde anlaşılmasının hatalı ve ciddi bir kavram kargaşasına sebebiyet verdiğini söylüyoruz. Bundaki ısrarımız, aslında fetvanın tek dayanağı olan bu rivayetlerdeki "cevârî" ve "kaynât" gibi kelimelerin yaygın kullanımını ve asr-ı saadet dönemi Arap toplumunda hâkim sosyal ve kültürel ortamı hesaba kattığımız içindir. Bu kelimeler, yaygın kullanımı itibarıyla bilinen kadın köleler anlamına gelir. Ayrıca kaynât kelimesi, çoğunluk şarkıcı cariyelere kullanılır. Cevârî kelimesi, -hocanın istidlaline temel kabul ettiği gibi- bazen "yeni ergen olmuş genç kız" manasında kullanılsa da, bu, o dönemin sosyal ve kültürel koşulları dikkate alındığında gündeme getirilebilecek bir ihtimal değildir.
Hocanın bir diğer hatası bilgi eksikliği olarak dördüncü maddede karşımıza çıkıyor. Burada hoca efendi, kadının sesinin ve musikînin haram oluşuna dair sahih ve katî bir delilin olmadığını söylemekle doğrusu işi karambole getirmeye çalışıyor. Şöyle ki, soru kadının musikî icra etmesiyle alakalı olduğu halde, hoca efendi burada kadının sesinin veya genel musikînin hükmünden bahsediyor. Şimdi hocanın bu cümlesini hızlıca okuyan biri, buradan, kadının şarkı söylemesinin haram olduğuna dair güçlü bir delil olmadığı zehabına çok rahat kapılabilir. Dolayısıyla bağlamı hesaba katılarak bu ifadelerin kadının şarkı söylemesiyle alakalı olduğunu düşünmek hoca efendiye haksızlık anlamına gelmeyecektir. Şu halde hoca efendi çalgıcı kadınları (muğanniyât/kaynât) ve çalgı aletlerini (meazif/melâhî) yeren, onların kullanımını nehy eden ve ahir zamanda şarkıcı kadınları dinlemenin mübah kabul edileceğini bildirerek bu tutumu zemmeden onlarca sahih hadisi gözden kaçırmış olmalıdır.
Evet, doğrusu burada içim rahat değil, hoca efendi bu rivayetleri görmemiş olamaz. Kaldı ki, sadece kadının sesinden ve sadece musikiden söz ederek seçme ifadeler kullanması, onun bu gibi rivayetlerin pekâlâ farkında olduğunu gösteriyor. Ama hocanın farkında olmadığı –ya da farkında olmak istemediği- bir şey var ki o da, günümüz şarkıcı kadınların Neccâr oğullarının cariyeleriyle değil, işte zemmedilen bu sonuncu kadınlarla/müğanniyâtla ilişkilendirilmesi gerektiğidir.
Fetvanın can alıcı noktasını teşkil eden son cümlede hüküm kişilerin kendi inisiyatifine bırakılıyor ve dikkat edilirse burada kadın erkek arasında bir fark görülmüyor. Ayrıca "olumsuz etkilenmek" nedir? Bu da havada duruyor. Haram helal gibi bir hükmün böyle şahıstan şahısa değişebilen ve açık kriterlere istinad etmeyen bir hale/duyguya bağlanması da usul açısından hatalıdır. Çünkü usul-i fıkıh da hükme illet olduğu iddia edilen şeyin zahir ve munzabıt/standart olması gerekir.
Konunun teorik boyutu bir tarafa, bu fetvanın pratiğinde de ciddi belirsizlikler var. Acaba olumsuz yönde etkilenmekten maksat, şarkı söyleyen kadınla cima hayalleri kurmak mıdır? Yoksa dinleyen kişinin kalbinin ona meyledip, şarkıcıya karşı sıcak duygular hissetmesi midir? Veya söyleyen kadın ya da erkek olsun, şarkı dinlediğimizde içimizde en ufak bir kıpırtı veya farklı çağrışımların oluşması mı kastediliyor?
Eğer sonuncusu kastediliyor ise, fetvayı böyle bir kayda bağlamakla kadından musikî dinlemeye cevaz vermemek arasında bir fark yoktur. Zira özellikle bir kadın şarkıcı dinleyip de en ufak bir duygu ve çağrışıma kapılmayacak kimse nadirattandır ki, fıkıhta nadirata itibar yoktur.
Eğer ikinci şık kastediliyorsa, kadın şarkıcı dinleyip de böyle bir duyguya kapılmamak da zordur. Zira kadın şarkıcılara hayranlık duyan, meşhur şarkıcılara âşık olan gençlerin sayısı yüz binlerle ölçülmektedir. Çoğunluk insanlar böyle bir duyguya kapılabilir, içlerinde o kimseye karşı bir sevgi oluşur.
Eğer birinci şık kast ediliyorsa, bu azınlıktır ve fetvada böyle bir kesimi hesaba katmak bir dereceye kadar makuldür; ama böyle bir ölçünün hocanın elindeki delili nedir. Elverir ki, hocanın onu da açıklaması gerekirdi. Peki şimdi hoca efendi hangi şıkkı kastetmiştir ve bu fetvayı okuyan kişi neye göre hareket edecektir. Şunu anlamak için kehanete gerek yoktur ki, çoğunluk insanlar burada olumsuz etkiden birinci şıkkı anlayacaktır. Çünkü memleketimizde çirkin addedilen bu şıktır. Kötü duygular dendiğinde insanların zihninde hemen bu durum canlanacaktır. Toplumumuz maalesef ikinci şıkkın kötü ve gayr-i ahlakî olduğunu düşünemeyecek kadar dejenere olmuş vaziyettedir. Şu halde burada belirsiz bir ölçü getirmek suretiyle insanları yanıltmak vardır.
Ayrıca sonunda hükmün getirilip insanların kendi takdirlerine bırakıldığı fetvalar şöyle bir paradoksa yol açıyor. Kadın şarkıcıyı dinlediği halde kalbine kötü bir şey gelmeyecek olan kişi zaten iyi bir zahid olmalıdır. Böyle bir kimsenin müzikle ilgili bir sorusu da olmaz. Dolayısıyla böyle bir fetvanın anlamı yoktur. Eğer bir insan aksine kadın şarkıcıyı dinleyip de olumsuz yönde etkilenecek kadar kendine sahip olamayan biriyse, aynı adamın bizim verdiğimiz fetvaya binaen çekinip müzik dinlemeyeceğini nasıl bekleyebiliriz? Bu durumda da verdiğimiz fetva uygulama açısından hiçbir kıymet ifade etmez ki yine anlamsız demektir.
Fetvanın bir başka yanıltıcı tarafı, bir insan baştan kötü etkileneceğini bilmiyorsa bu durumda kadından musikî dinlemesine cevaz veriyoruz, demektir. İş böyle olunca da bir amelin hükmü o amelin yapılmasına bağlanmış oluyor. Oysa amelin yapılıp yapılmaması için hükmünün önceden bilinmesi ve ona göre yapılıp yapılamayacağına karar verilmesi gerekir. Peki aynı kimse dinledikten sonra kötü duygu hissettiğini fark etse bu durumda ne olacak? Verilen fetvaya göre bu kimsenin başından beri musikî dinlemesi haram olmuş olacak. Bu durumda o haramın vebalini kim üstlenecek?
Sonuç olarak Hayrettin Karaman hoca efendinin mezkûr fetvası, gerek istidlal mantığı, gerekse iftâ ve içtihat usûlü açısından tutarsızlıklar arz etmektedir. Ayrıca konuyla ilgili rivayetler ve bu rivayetlerin tahlil ve izahları hakkında yeterli araştırma yapılmadığı, kısa yoldan arzulanan sonuca varılmak istendiği gözlenmektedir. Üstelik milyonlarca Müslümanı ilgilendiren ve haram-helal çerçevesine giren bir konunun, böyle düz mantık işlemleriyle çözümlenmeye çalışılması, iftâ ve irşad makamında olan büyüklerimizin taşıdığı sorumluluk ve ciddiyetin ne boyutlarda olduğunu göstermesi bakımından esef vericidir.
Ahkâmü'l-Avrati ve'n-Nazar, s. 105.

30 Nisan 2010 Cuma

Ubuntu 10.04 LTS (Lucid Lynx) - Final

altUbuntu is a community developed, linux-based operating system that is perfect for laptops, desktops and servers. It contains all the applications you need - a web browser, presentation, document and spreadsheet software, instant messaging and much more. Ubuntu is free software. Whether you use it at home, at school or at work Ubuntu contains all the applications you'll ever need, from word processing and email applications, to web server software and programming tools.
Ubuntu is and always will be free of charge. You do not pay any licensing fees. You can download, use and share Ubuntu with your friends, family, school or business for absolutely nothing. We issue a new desktop and server release every six months. That means you'll always have the the latest and greatest applications that the open source world has to offer. Everything you need on one CD, which provides a complete working environment. Additional software is available online.

Ubuntu comes with full commercial support from Canonical and hundreds of companies around the world. Ubuntu includes the very best translations and accessibility infrastructure that the free software community has to offer. Ubuntu CDs contain only free software applications; we encourage you to use free and open source software, improve it and pass it on.

With Ubuntu Desktop Edition you can surf the web, read email, create documents and spreadsheets, edit images and much more. Ubuntu has a fast and easy graphical installer right on the Desktop CD. On a typical computer the installation should take you less than 25 minutes. The graphical installer enables you to get up and running quickly and easily. On the desktop you have a full set of productivity, internet, drawing and graphics applications, and games.

The Server Edition - built on the solid foundation of Debian which is known for its robust server installations — has a strong heritage for reliable performance and predictable evolution. As your business grows, so does your network. More applications need to be deployed and more servers are required. Ubuntu Server Edition offers support for several common configurations, and simplifies common Linux server deployment processes. It provides a well-integrated platform enabling you to quickly and easily deploy a new server with any of the standard internet services: mail, web, DNS, file serving or database management. A key lesson from its Debian heritage is that of security by default. The Ubuntu Server has no open ports after the installation and contains only the essential software needed to build a secure server.

Homepage - http://www.ubuntu.com

Download Ubuntu 10.04 LTS (Lucid Lynx)

Download Kubuntu 10.04 LTS (Lucid Lynx)

Download Ubuntu 9.10 Final

Download Kubuntu 9.10 Final

24 Nisan 2010 Cumartesi

Türkiye'nin Gizli Kanunu

1934'de Milli Savunma Bakanlığı'nın çıkardığı, dönemin bütçesinin 5'te biri olan 49.5 milyon liralık harcama öngören gizli kanunun sırrını TBMM Başkanı İzgi çözecek

Türkiye'nin 1934 yılından beri "gizli" kalan kanununun adı ortaya çıktı, içeriğinin açıklanması da gündeme geldi. Külliyatlara "neşredilmemiş gizli kanun" olarak geçen 2425 sayılı kanunun "Milli Müdafaa Vekaletince 49 milyon 500 bin liralık Taahhüdat İcrası Hakkında Kanun" olduğu öğrenildi. TBMM Başkanı Ömer İzgi'nin masasında bulunan gizli kanunun açıklanması için hukukçulardan ve ilgili kuruluşlardan görüş isteyeceği bildirildi.

1934 yılında kabul edilerek yürürlüğe giren ancak bugüne kadar adı da içeriği de açıklanmayan "gizli" kanunun 1937 yılında çıkarıldığı sanılıyordu. Ancak "Yürürlükteki Kanunlar Külliyatı"na göre 2424 sayılı yasa 12 Mayıs 1934'de çıkarıldı ve Resmi Gazete'de yayımlandı. 2426 sayılı yasa ise 13 Mayıs 1934'de çıkarıldı ve o da Resmi Gazete'de yayımlandı. Ancak külliyatta bu iki kanun arasında yer alan 2425 sayılı kanun için "Bu kanun neşredilmemiştir (yayımlanmamıştır)" notu yer alıyor. Külliyatta kanunun adı da gizleniyor. Külliyatın kanunların alfabetik sıraya göre dizilişinde de G harfinde "Gizli" ibareli bir kanun bulunuyor ve bu kanunun numarası da 2425 olarak veriliyor. Buna karşılık TBMM Kanunlar Külliyatı'nda kanunun adı belirtiliyor. Ancak TBMM tutanaklarında "Milli Müdafaa Vekaletince 49 milyon 500 bin liralık Taahhüdat İcrası Hakkında Kanun" hakkında herhangi bir bilgi ve ayrıntı yer almıyor.

TBMM Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğü, hukukçulardan gelen "gizli kanun açıklansın" talepleri üzerine, konuyla ilgili hazırladığı bir dosyayı Meclis Başkanı Ömer İzgi'ye sundu. 68 yıl gizli kalan kanunu açıklama eğiliminde olan İzgi'nin, uzman hukukçulara konuyu danıştıktan sonra ilgili kurumların görüşlerini alarak bir karar vereceği öğrenildi.

SIR NİHAYET ÇÖZÜLECEK
Gizli kanun daha önce SP Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak tarafından gündeme getirilmişti. Kamalak kanunun açıklanmasını istemiş, ancak olumlu ya da olumsuz bir yanıt verilmemişti. Kamalak dün SABAH'ın sorusunu şöyle yanıtladı:

"2425 sayılı kanun Resmi Gazete'de yayınlanmamış. 1934 yılında çıkarılan bu kanun, Resmi Gazete'de yayınlanmadığı için, yürürlüğe girmemesi gerekiyor. Ancak kazancı kanunlar külliyatında, bu kanun yürürlükte gözüküyor ve (gizli olduğu için Resmi Gazete'de yayınlanmamıştır) deniliyor. Bu kanunun açıklanması, Türkiye Devleti için önemlidir. Ben 1998 yılında bir yazılı soru önergesi vererek, kanunun metninin açıklanmasını ve bir kopyasının gönderilmesini istedim. Aradan geçen 4 yıla rağmen, herhangi bir cevap alamadım."

Kararı Başbakan İnönü verdi
Türkiye Cumhuriyeti'nin bilinen tek gizli kanunu, 4 Mayıs 1931 ile 1 Mart 1935 yılları arasında görev yapan Altıncı İnönü Hükümeti döneminde çıkarıldı. Başbakan İsmet İnönü, Milli Müdafaa Vekili ise Zekai Apaydın idi. 1924 Anayasası'nda da Cumhurbaşkanı'nın kanunları ilan etmesi öngörüldüğü halde Meclis Başkanı Kazım Özalp ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün de onayıyla kanunun yayınlanmamasına karar verildi.

Bütçenin 5'te biri silaha mı gitti?
Kanun'un isminden yola çıkılarak yapılan yorumlara göre, Milli Müdafaa Vekaleti'nin (Milli Savunma Bakanlığı) bir kişi ya da kuruluşa 49 milyon 500 bin lira ödeme yapmayı taahhüt ettiği ve kanunun bunun için çıkarıldığı sanılıyor. Kanunda nasıl bir düzenleme öngörüldüğü metninin gün yüzüne çıkarılmasıyla ortaya çıkacak. Ancak yetkililer İkinci Dünya Savaşı öncesine rastlayan kritik dönemde Türk ordusunun güçlendirilmesi, silah ve mühimmat eksiğinin giderilmesi amacıyla böyle bir yasa çıkarılmasına gerek duyulduğu ve başka ülkelerin haberdar olmaması için de gizli tutma yoluna gidildiği yorumunda bulundular. 1934 yılında Türkiye'nin toplam bütçesinin 228 milyon lira olduğu dikkate alındığında kanunda öngörülen harcamanın büyüklüğü dikkat çekiyor.