19 Mayıs 2009 Salı

Türkan Saylan kimdir?

“Madalyon”un diğer yüzü: Türkan Saylan

Biri ruh çağırma ritüellerinde kendinden geçip üç peygamberden birinden uhrevi mesajlar alarak geldiği makamdan mitinglere davet ediyor bizleri, biri de bilim ve ilimsel bakış terazisini çoktan şaşırmış, resmi misyonerlik iddiaları, yabancı firmaların büyük para destekleriyle ve “bizden” olup olmadığı bile meçhul bir aidiyetle “namaz yerine bale” diyor.

iyibilgi biyografi

Alternatif bile olsa biyografiye “doğum tarihi” ile başlamak esastır! Ancak bu seferki istisnai bir durum… Zira Türkan Saylan’ın hayatına etki eden olaylar zinciri “doğum” ile başlamıyor.

Annesinin hamile olduğunu anlamasıyla başlıyor! Saylan hayatını anlattığı “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabında annesinin Müslüman oluşunun ani öyküsünü şöyle anlatıyor: “Annem bana hamile kalınca Müslüman oluyor. İngilizcesinden Kur’an’ı okuyor. İyi bir Türk gelini olabilmenin tüm koşullarını yaratmaya çalışıyor. Örneğin oruç tutardı. Biz hiçbirimiz evde oruç tutmazken o tutardı.”

Anlaşılıyor ki Saylan’ın annesi gayr-ı müslim. Bu bir şey demek değil. Ancak kendisi ne henüz belli değil.

Zaten resmi bilgiler de bu “tenakuzu” yansıtıyor. Saylan’ın doğum tarihi 1935 İstanbul. Ve fakat annenin Müslüman ismi aldığı “kesin” tarih 1936. Yani Saylan’ın hayatına ilişkin anlattıklarını “kılpayı” teyit ediyor.

Muhtemelen valide hanım, hamile kaldığını anlıyor, ama “doğurana kadar bekleyeyim” diyor ve sanırız Soyadı Kanunu’na da denk düştüğünden isim o zaman değişiyor. Yine de bu tarihlerde gariplik olduğunu not düşmek lazım. Düşününce anlarsınız!

Ama 1936 yılının kesin olduğunu tekraren söylemek lazım. Zira kaynak sadece Nüfus İdaresi değil! Milli İstihbarat Teşkilatı da aynı kanaatte. Bilmeyenler “ne alaka” diyebilir, geleceğiz.

Bir kişinin etnik veya din kimliğinin önemi var mı derseniz… Bir kişinin yok. Ama bu kişinin var. Ona da geleceğiz.

Efendim tam kayıt şu… Profesör Türkan Saylan’ın annesi hanımefendinin künyesi, Raber Ragman ve Mina Verlig kızı, 1324 (1908) Bermingen İngiltere doğumlu ve Katolik Hıristiyan “Lili Mina Raiman” olduğunu gösteriyor. Ancak kendi beyanlarına göre annesi Lilly “İsviçreli”. Burada kesin bir bilgi yok.

Dediğimiz gibi 1936 yılında ismini Leyla olarak değiştiriyor. Prof. Saylan’ın mesleği -malum- hekimlik. Hevesine erken başlıyor. 12 yaşında.

Daha ortaokuldayken köy hekimi olmaya karar veriyor. Yıllar boyunca Türkiye’yi karış karış gezerek cüzam hastalığını yok etmeye çalışırken hayatı öğreniyor ve gördüğü gerçeklere asla sırtını çeviremeyeceğini de anlıyor.

Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak büyüyen ve kardeşlerine hem annelik hem de ablalık yapan Saylan’ın sorumluluk bilinci belli ki yıllardan yadigâr. İki evlilik yapıyor… Kişiliğine ilişkin ilk karinelere buradan ulaşmak mümkün… “İlkinde dokuz yıl evli kaldım. Eşim belli bir düzeyde kalmak isteyen biriydi, öyle kaldı. Benimse kendimi geliştirme hırsım vardı. Onun beklentisi ev hanımı olmamdı. Anne de oldum, iş kadını da, ev kadını da. Bir tek o tablonun içinde eş bulunduramadım. İkinci eşimden de boşandım. Bir erkeğin her dakika yanımda olup beni sevmesini seçmedim. Bu bir tercih meselesiydi…” Tabii kocaları da dinlemek lazım ama bu alternatif biyografi Saylan’a ait!
Doktorluk vesilesiyle Türkiye’yi karış karış gezerken, bir sivil toplum hareketi başlatması gerektiğini fark ediyor. Biz burada bir satır yazıp geçiyoruz ama bu içsel evrim öyle kolay olmuyor. Binbir eziyet var öyküde.

Kendi dilinden anlatmak en iyisi; “Tıp fakültesi öğrencisiyken evlendim, 23 yaşında ilk çocuğumu doğurdum, tüberküloz geçirdim, ameliyatlar oldum, çocuklarımı büyüttüm. İki yıl çelik korse takarak okula gittim. Yani tıp fakültesini girdiğimden 10 sene sonra bitirdim. Uzmanlığımı kimsenin sevmediği deri ve zührevi hastalıklar konusunda yaptım. Bu konuda ihtisas yapan Türkiye’nin yedinci kadınıydım. İşçi Sigortaları Nişantaşı Hastanesi’nde çalıştım. Orada hiç tanımadığım işçi kesimiyle tanıştım. Aslında orada bir üniversite daha bitirdim diyebilirim. Bir günde 100 hasta bakardık.”

Anlaşılıyor ki sadece ruhi bir olgunluk serüveni değil, bir sınıf bilince edinerek de büyüyor Türkan Saylan. Esasen anlı şanlı akademik kariyeri “Prof” unvanını taşımasına rağmen akademik hayattan pek haz etmiyor.

“Akademik kariyeri hiç sevmiyorum. Hâlâ bir cübbem yoktur. Oradaki o küçük çatışmalar hoşuma gitmiyor.”

Saylan küçük çatışmaları sevmiyor. Büyükleri sevip sevmediğini ilerleyen zaman gösterecek. Fakat daha önce Saylan’ın mesleki hayatında çektiği sıkıntılara değinmek gerekiyor.

Saylan çok çalışıyor, erinmiyor, iğrenmiyor, hastanenin tozundan kirine, hastanın yatağından yarasına kadar hepsini kontrol ediyor. Yara sarmayı çok seviyor. Hastalarına iğnelerini bile kendisi yapıyor.

Fakat bu sıralarda kafasını cüzama takıyor. Bir yurtdışı burs buluyor ve “ana” vatanı İngiltere’ye gidiyor… 1976′da dönüyor. Ve cüzam işini üstlenmek istiyor.

İstanbul Lepra Hastanesi’ni kuruluyor. O zaman Türkiye’de kayıtlı 10 bin cüzamlı kişi var. Ve hastalıkla mücadelesine başlıyor. Dünyadan ve Türkiye’den cüzamı silme konusunda büyük başarı sağlıyor ve Gandhi Ödülü’nü kazanıyor. Böylece hekimlik akıp geçiyor. Nihayet 21 yıllık başhekimlik hizmetinden sonra 2002 yılında emekli oluyor “Türkan hoca”.

O şimdi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı. Arnavutköy’de 25 yıldır oturduğu iki katlı ahşap evde yaşamını sürdürüyor.

Tabii bu yaşama hallice rahatsızlıklar da eşlik ediyor. Göğüs kanserinden kurtulduktan sonra karaciğerindeki rahatsızlık nedeniyle de tedavi görüyor. En son gündeme gelme vesilesi ise 14 Nisan’da Ankara’da yapılan Cumhuriyet Mitingi’nin benzerini 29 Nisan’da İstanbul’da düzenleyecek olması. Yani ulusalcı bir çizginin toplumsal önderliği yapacak.

Madalyon döner…

Buraya kadar bir “Cumhuriyet Kadını”nın “no-profile” biyografisini okudunuz… Karşınızda hayatını hastalara adamış başarılı bir hekim, sosyal konulara duyarlı bir insan, hayatı çetin dalgalarla yoğrulmuş, evliliklerinde bile huzuru bulamamış, keskin hastalıklarla yiğitçe mücadele etmiş bir dava kadını…

“Başkanlığını Profesör Türkan Saylan’ın yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği hakkında, Atatürk İlke ve İnkılâplarını kalkan olarak kullanıp, birçok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiç bir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini sivil toplum kuruluşları birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutulmuş ve Dernekler Kanunu 62 ve 85/2 maddesine muhalefetten 5 Şubat 2001 tarihinde Maltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yapılmıştır.”

Bu sert ithamlarla dolu satırlar Milli İstihbarat Teşkilatı, İstihbarat Başkanı Cemal Uzgören imzasıyla 24 Nisan 2001 tarihinde Başbakanlığa gönderilen iki sayfalık yazıdan alınmıştır… Yani devletin istihbarat kurumunun resmi belgesidir.

Profesör Türkan Saylan’ın bu metin hakkındaki görüşü de -o zamanlar- şudur; “Bahsedilen olay adaletin önünde bir konu. Bir görüş vermiyorum. İleride kitaplarımda bu konuyu anlatacağım”.

29 Nisan 2001 tarihli yorumsuz bir gazete metni daha… “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) yöneticileri hakkında bölücülük yaptıkları gerekçesiyle dava açıldı. İl Emniyet Müdürlüğü, Defterdarlık ve Vergi Dairesi yetkilileri, İstanbul Valisi Erol Çakır’ın izni ile bir soruşturma yaptı. Soruşturma sonucunda 18 ayrı nedenden dolayı Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunuldu, yöneticilerle ilgili dava açıldı. Beyoğlu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, ÇYDD yöneticilerine yönelik en büyük suçlama ise ‘bölücülük’ suçlaması. Bölücülük dışında ÇYDD hakkında, eksik mal bildirimi, depremden toplanan paraları borsaya ve repoya yatırmak, yurtdışından izinsiz para transferi ve gayrimenkul bildiriminde usulsüzlük suçlamaları var.”

İlginç değil mi? Aslında bu iddiaların doğru olup olmadığı çok önemli değil. Bunlar devletle Saylan arasındaki konular. Aklanmış ya da bu iddialarla yaşamak zorunda kalmış olması bu metnin konusu kesinlikle değil.

Önemli olan Saylan’da bir gariplik olduğu… Şöyle ki.

İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi’nde ‘Türkiye’mizin çağdaşlaşma sürecinde laiklik’ konulu toplantıda konuşan Saylan’ın entelektüel kalitesine ilişkin notlar, konuşmayı haberleştiren metinden izlenebiliyor.

“Biz Türkler hep akın etmişiz; yakıp yıkmışız, başkalarının yaptıklarını yakıp yıkmışız. Şimdi kendi yaptıklarımızı yıkıyoruz. Nedir bu alışkanlık. Biz yakıp yıkmak için var değiliz. Biz yaratmak, geliştirmek ve çağın üstüne geçmek için varız.”

“Türkiye’nin bölünmesine, ırkçılığa yönelmesine, binlerce yıl öncesinin Arap ve İran âdetlerinin gelmesine karşıyız. Çocuklarımızın sıra üstünde namaz kılmasını değil bale yapmasını istiyoruz. “

Konuşmasında Gençlik Korosu’nu yöneten müzisyenin isminin Muhammed olmasından yakınan Saylan, “Gençlik Orkestrası’nı yaratan ve yöneten arkadaşımızın ismi Muhammed. Düşünebiliyor musunuz buradaki ironiyi?” yorumunu yaptı.

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler nedeniyle Türkiye’yi zor günlerin beklediğini savunan Saylan, seçime katılacak partilerin sembolleri ile dalga geçti. Saylan şunları söyledi: “İnsanlar okuma yazma bilmesin ki parmak bassınlar. Seçim kâğıtları at, eşek, arı ve kuşlarla dolu. Bilinir ki okuma yazma bilmeyen çoğunluktadır ve onlar ancak parmak basarak oy verirler. Onların ağaları, tarikat reisleri çağırır ve biz ata, eşeğe, arıya ya da kuşa oy vereceğiz derler. Böyle bir topluluk nasıl kalkınır? Böyle bir topluluk cahil bırakılmıştır. Bizi yönlendirmek isteyenlere, bizi koyun sananlara karşı dikkatli olalım. Bu ülkedeki insanları siyah-beyaz diye ayırmak, vatansever veya vatan sevmeyen hain diye ayırmak kimin haddine’”

Burada dikkat çekmek istediğimiz nokta metnin içeriği değil. Üslubu. Saylan açık bir nefretle konuşuyor. Oysa Türkiye’de sözü dinlenir onlarca aydın aynı düşünceleri, sadece ülkedeki farklılıkları lezzet saymak, farklılıklardan nefret üretmemek adına çok daha medeni bil dille savunuyor.

Aslında sadece bu “dil” insanları siyah-beyaz olarak ikiye ayırıyor!

Ancak ikiye ayrılan sadece bu değil. Kamuoyu Saylan’ı “iki yüzüyle” tanıyor. Birincisi ilk başka anlattığı Saylan ikincisi ise bu iddia ve üslubun sahibi Saylan. Peki ama gerçek Saylan kim veya hangisi?

O zaman Saylan’ın yaptığı “işe” bakalım… Ayinesi iştir kişinin cümlesinden hareketle.

Saylan’ın başkanı olduğu ÇYDD, bütün faaliyetlerini Türkiye’nin hallice firmalarının bağışlarıyla yürütür. Bunda bir beis yok. Esasen dernekler böyle çalışır.

Peki bu firmalar hangileri? Danone, Metro Grosmarket, Turkcell, TNT Ekspres, Ericsson, Finansbank, İş Bankası, Mercedes-Benz vs… Fark etmiş olmalısınız. Çoğu yabancı sermayeli.

Ve yine hepsi biliyor olmalı ki Türkan Saylan ve dernek, “Atatürkçü gençler yetiştirme” misyonu taşıyor. Boynumuzun borcudur… Soru şu… Bu yabancı şirketler, kendilerine en çok karşı çıkan kesimlerin sözcülüğünü yapan bir derneğe niçin yardım yapar?

Veya tersten bakarsak… Yabancı sermayeyi “işgal güçlerinin sermaye ordusu” olarak gören bir ÇYDD, bunlardan nasıl destek ister? Bu da ayrı bir konu…

Patoloji…

Saylan hakkında daha birçok yazılmış ama dillendirilmemiş hakikaten inanılmaz iddia manzumeleri mevcut. Bunların hiçbirini yansıtmıyoruz.

Dediğimiz gibi bizi Saylan’ın alternatif biyografisi, yani aynaya baktığında kendi yüzünü nasıl gördüğü daha çok ilgilendiriyor.

Saylan, bu ülke insanlarının ezelden beri önem atfettiği manevi değerleri, kutsal saydıkları sözkonusu olduğunda saldırganlaşıyor. Zerafetten yoksunlaşıyor. Kibirli bir nefrete dönüşüyor. Bilim adamına ve bir bayana yakışmayacak şekilde kabalaşıyor.

“’Din’i, ‘dogma’ olarak kodlayan ve bilimsel bulmadığı için reddeden Saylan, Muhammet isminden rahatsızlık duyduğunu uluorta söyleyebiliyor.” Bu benzeşmenin bilim insanının ağzından çıkmasını garipsemiyor.

‘Bu ülkede başörtüsü sorunu yoktur’ diyerek, (dikkat; ‘başörtüsüne karşıyım’ değil!) gayet despot bir bakış açısıyla bir fikri değil, yaşayan kanlı canlı insanları yok sayıyor.

Bale ile namazı karşılaştırıyor ve bundan bale lehine bir çağdaşlık ölçütü çıkarıyor! (Dikkat ‘namaza karşıyım’ değil!) Bilim, biri sanat biri ibadet konusu iki eylemi kıyaslayabilir mi?

O halde apriori bir benzeşme de biz yapalım… Biri Ankara’da biri İstanbul’da “garaip” iki kadın, Serter ve Saylan, yalın biçimde “Cumhuriyet ilkelerine bağlı biz”lerin dili olabilir mi?

Biri ruh çağırma ritüellerinde kendin geçip üç peygamberden birinden uhrevi mesajlar alarak geldiği makamdan mitinglere davet ediyor bizleri, biri de, bilim ve ilimsel bakış terazisini çoktan şaşırmış, misyonerlik iddiaları, yabancı firmaların büyük paralarla desteklediği kimliğini ayakta tutmaya çalışarak, “bizden” olup olmadığı bile meçhul bir aidiyetle “namaz yerine bale” diyor…

Prof. Dr. Türkân Saylan kimdir?
1935′de Kandilli’de doğdu. Kandilli Lisesi’nin bitiren Saylan 1963 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Saylan’ın iki oğlu ve iki torunu var.
Annesinin adı : Lili Mina Raiman – 1936 yılında Leyla ismini alarak ismini değiştirdi.

Lili Mİna Raiman ise, Raber Ragman ve Mina Verlig kızı, 1908, Bermingen İngiltere doğumlu ve Katolik Hıristiyan.

Türkan Saylan daha önceden hristiyanların metodlarını kullanmış, tedavi ederek, dernekler kurarak ben iyi bir insanım amacı vermeye çalışıyor.

1976′de Cüzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu. Türkan Saylan, 1986′da bu konudaki katkılarından ötürü Gandhi Ödülü’nü kazandı. 1989′da ÇYDD’yi kurdu.

ÇYDD ‘NİN GENELDE KÜRT KÖKENLİ VATANDAŞLARIMIZLA İLİGLİ KIZ YURTLARI YAPMASI VE YİNE KÜRT KÖKENLİ KIZ ÖĞRECİLERE BURS VERMESİNİN SEBEBİ SİZCE ÇOK MU MASUM?..
AŞAĞIDAKİ HABERLERİ VE YAZILARI İYİ İNCELEYİNİZ .

HABER 1. (HABERLERİN AYRINTILARI LİNKLERDE VAR)

Türkan Saylan’dan Türklüğe Ağır Hakaret

14 Nisan Mitingine katılmama konusundaki ilk değerlendirmemizin argümanlarından olan, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Türkan Saylan, Türkleri barbarlıkla suçladı. Ve “Muhammet” ismi dahil halkla ilgili sert sözler sarfetti.

12 Nisan 2007 Perşembe 16:33

KAYNAK : http://www.kuvvaimilliye.net/news_detail.php?id=12554

http://www.aktifhaber.com/read_news.php?nID=110343

HABER 2

ÇYDD PKK’ya Destek mi Veriyor?

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyelerinden Asuman Özdemir, geçtiğimiz günlerde dernekten istifa etti. İstifanın gerekçesi ise: PKK’ya burs verilmesi…

12 Nisan 2007 Perşembe 17:08

AYNAK : http://www.kuvvaimilliye.net/news_detail.php?id=12578

HABER 3.

MİT : ÇYDD Misyonerlik yapıyor.

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerini anlattığı yazıda, Profesör Türkan Saylan’ın da adı geçiyor. Yazıya göre, Türkiye’deki bazı Amerikan okullarının kurucusu olan Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini SEV vakfı eliyle yürütüyor.

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11956

CCYD KENDİSİNİ NASIL TANIMLAMIŞ DİKKATLE OKUYUNUZ.

HANGİ ŞEHİRLERDE ŞUBESİ VAR VE HANGİ İLLERE HİZMET GÖTÜRÜLDÜĞÜNÜ HARİTADAN İNCELEYİNİZ. ÇOK DİKKATLİ İNCELEYİNİZ.

http://www.cydd.org.tr/?sayfa=biz

BU YAZI İSE ÇYDD NİN SAYFASINDA SUÇLAMALARA CEVAP OLARAK YAZILAN YAZI,

BU ÜLKENİN DOKUNULMAZLARI YAZIDA NASIL ÖYLE HASSAS ŞEKİLDE KULLANILIYOR DİKKAT EDİN.

ÖNCE YÜCE ATATÜRK’ÜMÜZ

SONRA GENELKURMAY BAŞKANIMIZ

belirtilerek neler anlatılıyor.

DİREK ŞERİATÇİ KESİM DİYEREK SUÇLAMAYI YAPANLARI BİR SINIFA KOYMA ÇABASI İÇİNE GİRİYOR.

ÖĞRENCİLERDEN NÜFUS CÜZDANI FOTOKOBİSİ ÖRNEĞİ VE SABIKA KAYIDI ALIYORUZ ZATEN GİBİ SAÇMA BİR ŞEY YAZILMIŞ.

İŞTE ÇYDD ‘NİN YAZISI

ASILSIZ KARALAMALAR, BİZİ YOLUMUZDAN ALIKOYAMAZ!

(Lütfen Dikkatlice Okuyunuz!)

Değerli Dostlar, Değerli Destekçiler, Mustafa Kemal Atatürk’ün Çocukları,

ÇYDD, 1989′da kurulduğundan beri, yaptığı her olumlu çalışmanın karşısında şeriatçı güçlerin karalama senaryolarını buldu. İmzasız ihbarlar, RP Milletvekillerinin yazılı soru önergeleri, akıl karıştıran bir MİT Raporu, hiçbir sonuca ulaşılmayan, korkunç ithamlarla dolu mahkemeler, kendi basın organlarında çıkan uydurma haberler, özel amaçlı TV dizileri vb. her zaman karşılaştığımız olaylardır.

Bütün bunları içeren ve herkese ibret olması gereken bir kitap hazırlıyoruz.

ÇYDD, Türkiye’nin 81 ilinde (!!!!!!) canla başla eğitime katkı sağlamaktadır. En çok ihtiyacı olan yerlere en çok destek gerekir.

ÇYDD her ilde Valiler, Kaymakamlar ve Milli Eğitimle işbirliği içinde çalışır. Burs vereceği her çocuktan vukuatlı nüfus örneği ve sabıka kaydı ile okul onayı ister.

Şeriatçı kesimlerden başka, hiçbir iş yapmayan, ÇYDD’yi basamak yapabileceğini sanan ya da o’nu karalayarak dikkat çekmek isteyen bazı kişi ve kuruluşlar da, bizleri misyonerlik, PKK’yı destekleme hatta Soros’dan para alma gibi safsatalarla asılsız şekilde itham edip dururlar.

Biri olmazsa öteki. Ellerine ne geçer, kendi kendileriyle baş başa kalınca ne hisseder, başlarını yastığa koyunca nasıl uyurlar?

Bunların hiçbirinin en ufak bir doğruluk payı olmadığını hem karalayanlar hem de Saygın Türk kamuoyu çok iyi biliyor.

Bu ülkede, Genel Kurmay Başkanı olacak değerli komutanı bile karalama cüreti gösteren kafaların ÇYDD’ye saldırmasını sizlerin kendi değerlendirmenize bırakıyoruz

Ve son olarak aşağıdaki linki tıklayıp Saylan’ın diğer yüzünü görebilirsiniz:

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=240354

Aşağıdaki linki incelemenizde de fayda var.

http://antiulusal.wordpress.com/2006/11/19/turkan-saylan-kimdir/

Aşağıdaki linkte Star gazetesinin Saylan ile yapmış olduğu ve sert geçen röportajı bulabilirsiniz.

http://www.haberazzi.com/solhaber_detay.php?NewsID=2771
KİMLİĞİMİZ

Yazar: Suzan Saygıner ve Çilli Hoca

Şubat Soğuğu dizisinde beklenen aktör nihayet arzı endam etti. Çilli Hoca , diziye eklemlendi. Bu derneğin ofisinde bulunan Cumhuriyet Başsavcısına seks şantajı kasedi, sürecin zırt diye çözüldüğü mekan olmuştu. Biz, Hayat Ağacı Derneği’ne baskın yapılıp kasetler ortaya çıkınca Başkanı Suzan Saygıner’ı sandık, Taşlar şimdi oturuyor. Aralarında rekabet ve ‘ kara kedi’ olduğunu yeni öğrendik. Bir süredir isimlerinin yanyana anılmamasından anlamalıydım. Çilli lakabıyla anılması sanırım yüzündeki çillerden kaynaklandı. 28 Şubat sürecinin önde gelen derin oyuncularından olan Çilli Hoca, gerçek hayatda bugün yakalandığı kanser nedeniyle saçsız. Kemoterapi günlük hayatını aksatmıyor, ahiret yokmuş, hiç hesap vermiyecekmiş gibi eylemlerine devam ediyor. Van, oyunun ‘pırt’ dediği yer, dizi bu konuyu sanırım işleyecektir.

‘Başörtüsü takmaktansa kel dolaşırım’ diyecek kadar kendi kampının idealisti . Bazılarına göre,’ Çağdaş Melek’; bazılarına göre ise, melek görünen ‘ Şeytan’. Bir süre önce göğüs kanserinden kurtulduktan sonra şimdi de karaciğerindeki rahatsızlık nedeniyle tedavi görüyor. Bu aralar bir de hastalığı hakkında yazılar yazıyor. Yazdıklarını ‘Giderayak’ ya da ‘Sona Yaklaşırken’ adlı kitapta yayımlayacak. Saylan’ın, Milliyet gazetesiyle ortaklaşa yürüttüğü “Haydi Kızlar Okula” kampanyası başta olmak üzere birçok kampanyayı Van merkezli örgütlediği biliniyor.Vanda yayımlanan yerel Şehrivan Gazetesi’ne konuşan bir çok genç, Türkan Saylan ekibinin kendilerini Hıristiyanlığa çağırdığını anlatıyor. Başta Van olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki misyonerlik faaliyetleriyle ilgili bütün oklar Türkan Saylan’ı gösteriyor. MİT’in hazırladığı misyonerlik raporunda, Türkan Saylan’ın isminin de geçtiğini hemen hatırlatalım. Hakkında açılmış dava sürüyor.

Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü. Öğrenme ve kendini geliştirme yeteneğini İsviçreli annesi Lilly, daha doğrusu ismini değiştiren Leyla adlı annesinden almış. Babası mütahhit Fasih Galip.

Saylan, iki defa evlenmiş ve boşanmış;ev hanımı olmak ve bir erkeğe bağlı kalıp onun sevgisini beklemek istememiş. 1935 İstanbul doğumlu. Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı kurucusu. Uluslararası Lepra Birliği Kurucu Üyesi ve Başkan Yardımcısı, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Kurucusu, Türkçağ ve KANKEV Vakfı Başkanı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine, 2 Şubat 2001′ de Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer tarafından YÖK üyeliğine seçildi. 21 yıl başhekimlik yaptı. 2002′de emekli oldu. 51 tanesi yabancı dergilerde yayımlanan, siyasal içerikli gazete makaleleri, Türkçe tıbbi dergilerde ve Kongre kitaplarında yayımlanmış araştırma, derleme ve olgular bildirimleriyle toplam 401 yayını bulunuyor. Çocukluk yaşamını anlattığı ” At Kız ” ve ayrıca ”Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı ” adlı bir de ders kitabı var.

Dizide Taşkın beyle sıkı-fıkı olması zorunlu bir ortaklık gereği gerçekleşti. Doğu Perinçek’in gazetesi Aydınlık, kısa bir süre önce Van Üniversitesi’nde ‘haçlı krizi’ diye bir haber yapmış ve başköşeye de suçlu olarak Saylan’ı oturtmuştu. Üniversite içine haç şeklinde yapılmış heykeller, Türkan Saylan ekibinin ev kiliselere götürdüğü üniversite öğrencileri, ilde cirit atan başta Amerikalı misyoner gruplar, ABD Büyükelçisini evinde ağırlayan bir rektör. Bunların hepsi Van 100. Yıl Üniversitesi’nde yaşanıyordu. Bugün rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın hakkında açılan yolsuzlıuk ve fişleme davasında istenen 3000 yıl mahkumiyet boşyere değil. Devlet, iyi röntgen çeker ve sahipsiz değildir. Oynanan oyunu örgütleyenin ‘ Çağdaş Melek’ gösterilmesi devletin sağduyulu mensuplarını bağlamaz.

Van 100.Yıl Üniversitesi’ne giriyorsunuz. Karşınıza haç şeklinde yapılmış 10 heykel çıkıyor. 2 yıl önce yapılan bu heykellerin haç’ı simgelediğine ilk dikkati çeken Van’da yayın yapan Şehrivan Gazetesi oldu. Heykellerle ilgili bilgi almak için Perinçek’in gazetesi Aydınlık’ın görüştüğü üniversite rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, heykellerin üniversiteye 2 yıl önce gelen 10 yabancı heykeltraş tarafından yapıldığını söylemiş ve “neden haç şeklinde?” sorusuna, “sanatçı isterse haç da yapar” yanıtını vermişti. Perinçek, Saylanla kurulan ittifak veya gelen bir uyarı üzerine bu haberin yalan olduğunu açıkladı. Anlaşılan haber Saylanla pazarlık için yazılmıştı. Doğu da herkes güç peşinde. Taşkın’ın ABD’yle yürüttüğü büyük oyunda piyonlar tesbit ediliyor. Kartlar karılıyor, dağıtılıyor, olmadı tekrar karılıyor.

Vanlılar, rektör Aşkın’ın yol açtığı bölücülük travmasından duydukları endişeyi Vanlı Eğitim Bakanımız Hüsyein Çelik kanalıyla gerekli odaklara ulaştırmış olacak ki, derin devlete rağmen operasyon başlatıldı. Aşkın’ın üniversitede PKK örgütlenmesi yaptığı Jandarma raporuna yansıdı. Her ne kadar inkar edilsede bu raporun var olduğu savcılık iddianamesinden belli. Devlet sırrı olduğu için şimdi kimin sızdırdığı aranıyor. Bu konudaki tahmini kendime saklayayım, yoksa raporu elde eden gazeteci arkadaşımı deşifre etmiş olurum. ‘İrtica fişlemesi’ yaptı diye derin medyanın sahip çıktığı Aşkın’ın Saylanla yaptığı işbirliği acaba Mehmet Aziz Tarman’a kadar ulaşır mı? Sanmam. Misyonerlik yapanlarının bir süre önce derin devletin Şah Veli eliyle bazı dini cemaat ve grupları hıristiyan misyonerlikle suçladığı ve dikkat dağıtmaya çalıştığı artık biliniyor. Cemiyet, Şah Veli’nin başarısızlığından dolayı tekrar ortaya çıkarmak konusunda kararsız. Misyonerliği kimin yaptığı Van olayı ile ortaya çıkabilir. Ermeni bir dedenin torunu olan rektör Aşkın ve Hiristiyan bir annenin kızı olan Saylan’ın misyonerler tarafından özellikle seçildiği anlaşılıyor. Zaten misyonerlere tüm müslüman ülkelerde dayanak teşkil eden Metislerdir.

Şehrivan gazetesi halkın tepkisini “Amerikalılar dil kursu adı altında İncil, Hıristiyanlığı tanıtan CD, kaset ve kitap dağıtıyor” haberiyle duyurmuştu. ÇYDD ile gençlerimize Hırıstiyanlık inancının aşılandığı ve misyonerlik çalışmalarının yoğunlaştığını hepimiz biliyoruz. Üniversiteye haçlar dikilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bunları kabul etmek mümkün değil. ABD eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris rektör Aşkın’ı evinde ziyaret etmişti. ABD’nin Doğu planının 2000 yılında gerçekleşen bu ziyaretden sonra şekillendirildiğini biliyorum. O dönemde, başbakanlık muhabiri olarak Ankara’daydım. Eski başbakan Ecevit, Parris’in Diyarbakır ve Van’da ABD konsolosluğu açma girişimini engellemişti. Zaten bu nedenle, istenmeyen adam ilan edilerek devrildi. Devrilmesi için önce Türkiye ekonomisi batırıldı ve seçim zorakileştirildi. CIA ajanlarının kırmızı pasaportla faaliyet göstermesine set çekti Ecevit. Affedilmeyecek bir suçtu. Parris, buna rağmen CIA’nın Doğu yapılanmasında Van’ı misyonerlerin, Diyarbakır’ı bölücü Kürtlerin gayriresmi başkenti yaptırdı. Rektör Aşkın, sadece Parris’i değil, Karen Fogg’u da evinde ağırlamıştı.

Ermenilerin katliam yaparak yıktıkları için yıkıntı halindeki müzelik Van’ın yanında kurulan yeni Van, 1. dünya savaşı sırasında da misyonerlerin merkeziydi. Rusya, ABD, İngiltere’nin Vanda bu dönemde konsolosluk açması tesadüf değildi. Van Üniversitesinde, Aşkın olayının patlaması aslında derin devletle yanaşı çalışan dış destekli misyoner-mason gruplarla, bu ülkenin gerçek sahibi müslüman Türklerin savaşıdır. Van kamuoyu bir süredir Haçlı heykelleri tartışıyordu. Ancak Üniversiteyle ilgili iddialar bununla sınırlı değildi. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, ÇYDD’de Türkan Saylan’dan sonraki ikinci isimdi. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, öğrencilere ÇYDD adına burs sağlıyor, ev bulmalarına yardımcı oluyordu. Şehrivan gazetesinin görüştüğü, bu öğrencilerden biri olan C.K. şunları söylüyordu: “Bize ödenen ev kirası ve bir miktar para desteği ile kimilerine borçlu kaldık veya öyle hissettik. Tanımadığımız hocalar eve gelerek Hıristiyanlıkla ilgili kitaplar ve CD’ler verip, konuşmalar yaptılar. Eğitimimiz bitene kadar bize maddi destek vereceklerine, doktora için Amerika’ya göndereceklerine söz verdiler. Bu çalışmalarda, Yüzüncüyıl Üniversitesi ile bazı kurumlardan ismi geçenler var. Söyleyebileceğim tek şey burada bir dernek, Van’daki bir otel sahibinin ismi, derslere katılan Amerikalı ve Koreli şahıslardır. Bildiğim kadarıyla Van’da bu amaç için kiralanmış çok sayıda ev var. Bizzat çağrıldığım 6 evi biliyorum. Evlerde kendileri de bizzat ayin yaparak dikkatlerimizi celbetmeye çalışıyorlar.” Başka bir öğrenci M.K ise şunları anlatıyordu: “Üniversitede misyonerlik çalışmaları var. Fakir aile çocukları okuyabilmek için istemeyerek bunların tuzaklarına düşüyor. Bana yapılan aylık 150 dolar burs teklifini kabul etmedim.” Bu röportajları yapan sözde ulusalcı Taşkın’ın gazetesi. Oyun içinde oyun oynanıyor.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerini anlattığı yazıda, Profesör Türkan Saylan’ın da adı geçiyordu. Yazıya göre, Türkiye’deki bazı Amerikan okullarının kurucusu olan Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini SEV vakfı eliyle yürütüyordu.

“Kuruluşumuzdan beri Atatürk ilke ve devrimlerini korumayı ve çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insana ve topluma ulaşabilme ilkesini kendimize misyon belirledik. Amblemimizde Mustafa Kemal Atatürk’ün yüzünün arkasında bir genç kızın ve bir genç erkeğin hatları vardır. Ve bir yanında bütün toplumun bir ok ucuyla ileriye gidişi simgelenir.”
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Profesör Türkan Saylan, başında bulunduğu derneği, “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabında işte bu sözlerle anlatıyordu. Ama, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir süre önce Başbakanlığa sunduğu ve Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerini anlatan bir raporda, Türkan Saylan’ın ismi ve başında bulunduğu dernek de yer alıyordu.

MİT’in yazısına göre, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye’de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği’nin ülkemizdeki temsilcisi durumundaki Amerikan Bord Heyeti, bu faaliyetini Sağlık ve Eğitim Vakfı eliyle yürütüyor. Yazıda Amerikan Bord adına Türkiye’de faaliyet yaptığı belirtilen Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın mütevelli heyetinin başında ise Gülseven Yaşer’in kocası Yaşar Yaşer bulunuyor.

Yazıda, doğrudan Amerikan Bord ile bir ilişkisi olup olmadığı belirtilmemekle birlikte Profesör Türkan Saylan’a ve onun başında bulunduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne de genişçe yer veriliyor. MİT’in yazısında Profesör Türkan Saylan’ın annesi Lili Mina Raiman’ın aslen Hıristiyan olduğu, 1936′da Leyla ismini aldığı belirtiliyor. İşte büyük tartışmalara yol açacak olan MİT’in iki sayfalık raporu:

“Dünya Kiliseler Birliği temsilcisi olarak 1830′lu yıllardan beri ülkemizde faaliyet gösteren Amerikan Bord Heyeti’nin, Protestan mezhebini benimseyen bir kuruluş olduğu, din eğitimi ve sağlık hizmetleri konularında faaliyet gösterdiği, bünyesindeki Protestan kilisesi ve Kitab—ı Mukaddes (Bible House) şirketi aracılığıyla Protestanlığın yayılması için uğraş verdiği öğrenilmiştir.

Üsküdar Amerikan Lisesi, Üsküdar SEV İlköğretim Okulu, İzmir Amerikan Lisesi, İzmir SEV İlkoğretim Okulu, Tarsus Amerikan Lisesi, Tarsus SEV İlköğretim Okulu, Gaziantep Amerikan Hastanesi ile bağlantısı bulunan Amerikan Bord Heyeti’nin sağladığı eğitim hizmetlerinden dolayı Milli Eğitim Bakanlığı’na, sağlık hizmetlerinden dolayı Sağlık Bakanlığı’na, dini çalışmalarından dolayı ise Diyanet İşleri Başkanlığı’na karşı sorumlu olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca faaliyetlerini yabancı müessese sıfatıyla yürüten ve son yıllarda yeni mülk edinmeyen Amerikan Bord Heyeti’nin tasarrufu altındaki mülklerini de Sağlık ve Eğitim Vakfı’na (SEV) devrettiği ve halihazırda faaliyetlerini SEV aracılığıyla yürüttüğü intikal eden bilgilerdendir. Öte yandan Amerikan Bord Heyeti’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Kitab—ı Mukaddes şirketinin yöneticisi olan Süryani Asıllı Emanuel Bağdaş’ın, Türkiye Ermenileri Patriği Metrof Mutafyan ile Fener Rum Patriği Bartholomeos Arhondonis’in Haziran 2000 ayı içinde yaptıkları görüşmede vardıkları mutabakat gereği, 17 Ağustos 1999 yılı Marmara depremi ardından ortaya çıkan Kiliseler arası deprem yardım komisyonu başkanlığı yaptığı öğrenilmiştir.

Amerikan Bord heyeti ile aynı adreste faaliyet gösteren Sağlık Eğitim Vakfı’nın ise ülkemizde sağlık, eğitim, kültür kurum ve kuruluşlarına yardım amacıyla 1968 yılında kurulduğu, vakfın üye sayısının yaklaşık 12 bini bulduğu, üyelerinin Amerikan Bord heyeti ve SEV’e bağlı okullardan mezun olan şahıslardan oluştuğu, 1999 yılı itibariyle 15 trilyon TL’yi bulan malvarlığına sahip olduğu yönünde duyumlar alınmıştır.

Başkanlığını Gülseven Yaşer’in yaptığı Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV) ile Amerikan Bord Heyeti ve SEV koordinasyon içerisinde olup, ÇEV deprem bölgesinde eğitim ve öğretim evi projesi hazırlayarak Amerikan Bord’dan yardım talebinde bulunmuştur. ÇEV, ayrıca üç bine yakın öğrenciye burs vermektedir.

Başkanlığını Profesör Türkan Saylan’ın yaptığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği hakkında, Atatürk İlke ve İnkılaplarını kalkan olarak kullanıp, bir çok kişi ve kuruluştan yardım adı altında para topladığı, ilgili bakanlıklardan izin almaksızın yurtdışından yardım aldığı, hiç bir yasal dayanağı olmadan kamuoyuna kendisini sivil toplum kuruluşları birliği olarak tanıtan çeşitli dernek ve vakıflarla işbirliği içerisinde oldukları yönünde yapılan ihbarlar sonucu denetime tabi tutulmuş ve Dernekler Kanunu 62 ve 85/2 maddesine muhalefetten 5 Şubat 2001 tarihinde Maltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yapılmıştır.
Profesör Türkan Saylan hakkında yapılan incelemede annesinin Raber Ragman ve Mina Verlig kızı, 1324 (1908) Bermingen İngiltere doğumlu ve Katolik Hıristiyan olduğu, Lili Mina Raiman ismini taşımakta iken 1936 yılında Leyla ismini aldığı hususları tespit edilmiştir.

Merkezi İsviçre Cenevre’de bulunan Dünya Kiliseler Birliği’nin kurulması ilk defa Birinci Dünya Savaşı sonrasında 1920 yılında Fener Rum Patrikhanesi tarafından gündeme getirilmiş ve 22 Ağustos 1948 tarihinde Katolik kiliseleri haricinde 44 ülkeden 147 kilisenin katılımıyla kurulmuştur. Tüzüğündeki amaçları:

Dinî diyalog aracılığıyla kiliseler ve insanlar arasında yakın ilişkiler geliştirmek,
İnsanların sahip olduğu maddi ve manevi kaynakların paylaşımını sağlamak,
Her yerde ve ortamda İncil’in öğretisi doğrultusunda çalışmalar yapmak,
İnsanlar arasında adalet, dayanışma ve barışı sağlamak,
Kiliselerin insan ihtiyacını karşılamak,
Ekümenik bilincini geliştirmek,
Birlik ve beraberlik için gelişme ve yenilenmeyi sağlamak,
Diğer ekonomik organizasyonlar ile bağlantı sağlamak,
Yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde ekümenik hareketleri desteklemek yönünde belirlenmiştir.”
Yukarfıdaki haber Aksiyon dergisine ait. MİT’in yazısı hakkında görüşlerine başvurulduğunda Profesör Türkan Saylan, “Bahsedilen olay adaletin önünde bir konu. Bir görüş vermiyorum. İleride kitaplarımda bu konuyu anlatacağım” diyor. MİT’in yazısında Saylan’ın annesi için sadece ismini “Leyla” olarak değiştirdiği yer alırken, Saylan hayatını anlattığı “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” kitabında annesinin Müslüman olduğunu şöyle anlatıyor: “Annem bana hamile kalınca Müslüman oluyor. İngilizcesinden Kur’an’ı okuyor. İyi bir Türk gelini olabilmenin tüm koşullarını oluşturmaya çalışıyor. Örneğin oruç tutardı. Biz hiçbirimiz evde oruç tutmazken o tutardı.”
MİT’in yazısında yer verilen Çağdaş Eğitim Vakfı’nın yöneticilerinden Bike Karaduman ise Aksiyon’a, “Söylediklerinize inanamıyorum, şoke oldum. Hiçbir şekilde ve asla misyonerlik faaliyeti yapmadık. Kesinlikle öyle şeylerle ilgimiz yok” değerlendirmesini yaptı. Sağlık Eğitim Vakfı’nın görevlilerinden Belkıs Aktürk ise Aksiyon’a şu açıklamayı gönderdi:
“Amerikan Bord Heyeti, Türkiye’de malvarlığını dinî kökenli olmayan, mezunları tarafından kurulmuş laik bir vakıf olan Sağlık ve Eğitim Vakfı(SEV)’na devretmiştir. Bu, dünyadaki ilk ve tek örnektir. Dolayısıyla Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın Amerikan Bord Heyeti ve bağlı olduğu merkezle olan bağı eğitim ve sağlık hizmetleri ile sınırlıdır. Cumhuriyet öncesi dönemde anaokulundan üniversite düzeyine ve meslek okullarına kadar pek çok eğitim kurumunun yanı sıra çeşitli yetimhaneleri, hastaneleri ve yayınevi de bulunan Amerikan Bord Heyeti cumhuriyetin kurulmasından sonra da Türk halkına kaliteli eğitim ve sağlık hizmeti götürmeyi amaçlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatına uygun bir program takip eden okullarımızın temel amacı Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı gençler yetiştirmektir.
Gerçek misyonerler ve emir kulu Çilli Hoca’nın foyası gözler önüne serilmeye başlandı. Devam eden dava olduğu için ismi şaibeli ile ilgili bugünlük yazacaklarım bu kadar. Dizide ‘ Haydı Kızlar’ okula kampanyasına atıfda bulunularak, seçilen kızların kendi oyunları için ırkı ve mezhebi ayrılıkları belirgin özellikle belli kesimlerden toplandığına vurgusu yapıldı.

Kaynak: www.liderler.net

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Baya uzun emeginize saglik